Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. starbucks çalışanlarındaki değişim

    - asgari ücretli bir kişinin yaptığı kahveyi beğenmiyorum.

    - bana kahve yapacak olan kişinin maaşı ve okuduğu kitap sayısı 3000 olmalı. yoksa moka içerken o keyfi alamıyorum.

    (bkz: bilemiyorum altan)

    yeri gelmişken

  • 2. harvard'a değil tecrübeye bakıyorum

    rengin hanim'in marmara universitesi mezunu olmasi ile percinlenmis mesaj.

  • 3. ahmet davutoğlu'nundan cuma namazı müjdesi

    işten kaytarmak isteyen ateistlerin canına minnet olan müjdedir.

  • 4. hakan çalhanoğlu'nun kenan sofuoğlu'nu tanımaması

    kenan sofuoğlu'nun ağır saçmalamasıdır. adam seni tanısa bile gerçekten sen olduğundan nasıl emin olacak. buluşacağınız yerde adama bir şey yapacak bir manyak olmadığın ne belli. zaten çalhanoğlu'na geçmişte silah çekildi,adam feleğini şaşırdı. elbette şüpheyle yaklaşacak.

  • 5. sigara içmek için gereken tek mantıklı neden

    otobus beklerken, daha fazla beklememek icin.

    zira siz yakar yakmaz otobus gelecektir.

  • 6. 5 ocak 2015 adore mobilya güzelliği

    10 lira kargo ücreti ile kedi evi satan mobilya firmasının yaptığıdır.

    genellikle x firması rezaleti olarak karşımıza çıkan türk firmalarından beklenmeyecek derecede güzel olay.

    mobilya üreten bu adamlar oturmuşlar hurdacıya satacakları (zarardan kar) malzemelere şekil verip ve paketleyip (maliyet) sadece 10 tl kargo parasına kedi evi olarak gönderiyorlar.

    taksit bile yapabilirsiniz. elinize mi yapışır bir paket sigara fiyatına kedilere ev kurun.

    kediye sahip çıkalım

    (bkz: adore mobilya)

    edit: felis margarita adlı yazara teşekkürler. ilk farkeden oydu bu güzelliği.

  • 7. ayda 10 bin tl kazanıp sabah poğaça yemek

    can yücel'in şu şiirinden haberi bile olmayan insan beyanıdır

    "zenginlik; sabahları poğaça yiyebilmektir.
    zenginlik; merdivenleri yardımsız çıkabilmektir.
    pencereden bakıp, yoldan geçenleri görebilmektir.
    her akşam kendi kapını kapatabilmektir.
    saçının okşanmasıdır.
    kolundaki saatin geleceği göstermesidir.
    bir sonraki hafta için plan yapabilmektir.
    güzel günleri bekleyebilmektir.
    bazen bir tabak makarnadır.
    bazen iki tane domates ve bir taze ekmektir.
    kendine inanabilmektir.
    zenginlik varlığından mutluluk duyabildiğin herşeydir...
    fakirlikse...
    bir kez tanıyıp,
    sonra yokluğunu öğrenmektir."

  • 8. karabük'te üşüyüp otobüse binen köpek

    ben olsam akbil basardım, istediği kadar ısınsın köpek dostum.

  • 9. rte'nin h.karakaya'nın tabutunu masasına istemesi

    (bkz: masaya anahtar cüzdan tabut koymak)

    sigara eskidendi.

  • 10. türk spor gazeteciliğinin en güzel manşeti

    daha iyisi atılana kadar en iyisi budur.

  • 11. türk halkının inandığı yalanlar

    batılılar ahlaksızdır.

  • 12. anne babanın birbiriyle konuşmaması

    dün akşam eve geldim, dünyanın en önemli şeyi o an için tuvalete girmek olduğundan ilk anda fark edemedim evdeki gerginliği. sonradan soyunup dökünüp salona geldim. normal şartlarda bizim evin salonunda herkesin oturma planı bellidir. olağanüstü haller dışında bu yerleşim planı değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez. bizim evi bilenler için söylüyorum salonun güney kısmındaki tekli koltukta oturan babamın hemen sağ yanındaki üçlü koltuğun denize bakan tarafında annem oturur fakat bu sefer annem koltuğun mahalle bakkalına bakan tarafına diğer bir deyişle babama en uzak olan kısmına oturmuştu. bir terslik vardı ama ne?

    akşam haberleri sırasında birbirleriyle ve haberi sunan spikerle konuşması gereken annem ve babam sus pus oturuyorlardı. gergin ortamda sürekli konu açmaya çalışıp, espri yapan dangoz olarak birkaç muhabbet denemem başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra annem mutfağa gitti. bir süre sonra da mutfaktan yemeğin hazır olduğunu söyledi. ben her zamanki gibi bu komutla rodeoda kapısı açılmış hayvan gibi mutfağa koştum. ancak babam gelmiyor bir türlü salondan. normalde oyuna dalıyor evin ergeni ama annem hadi deyince geliyor fakat bu sefer annem çağırmıyor. öyle birbirimize bakıyoruz.

    - anne? babam niye gelmiyor.
    + ne bileyim git ona sor.
    - oyuna dalmıştır, çağırsana adamı yemeği soğuyor.
    + yere batsın onun oyunu! istiyosan sen çağır ben çağırmam.

    abooo annem bu duruma geldiyse amerika başkanı dahil herkesin devreye girmesi gerekiyordu ama ben tek başıma ne yapacaktım. kalktım babamı çağırdım. oturduk, yiyoruz ama rusya uçak düşürme krizinin konuşulduğu masa daha az gergindir eminim bizim yemek masasından. annem kendine ve bana yemek koyuyor sadece sonra tencereyi tekrar götürüyor yerine. ardından babam kalkıp kendi yemeğini koyuyor.

    oha 30 senelik evli kadınla adam bir günde nasıl bu hale geldi. psikolojim mi bozulacaktı şimdi benim? allahtan yaprak sarma çok güzeldi de bozulmadı. ama artık yoğurda hamle yapan babama inat alıp tüm yoğurdu kendi tabağına döken annemi görünce dayanamadım.

    - siz napıyonuz ya koca koca insanlar?
    + onu babana sor oğlum.
    - baba?
    * annene sor asıl! ben konuşmuyorum onunla.
    + asıl ben konuşmuyorum!
    - noluyo ya?
    + baban olacak adam iyi bilir ne olduğunu.
    * oğlum annene söyle o çok daha iyi bilir.
    - aaa beni delirtmeyin ha. silgi de atın hadi birbirinize, saçınızı çekin. noldu anlatın hemen!

    yaklaşık 10 dakika sonra ağızlarından laf alabildim. ikisi de candy crush manyağı. annem telefonun saatini ileri alarak fazladan can kazanma olayını keşfetmiş. babama söylemeden baya bir fark atmış babama dolayısıyla. aradaki bu farkı gören babam da hile yaptığını öğrenince "hileyle hurdayla 1170.bölüme geleceğime şerefimle, onurumla 900.bölümde kalırım" demiş ve sabahtan beri bu yüzden konuşmuyorlarmış. annem, "bana şerefsiz dedin" diyor babam da "benim 60 senedir boğazımdan haram lokma geçmedi hile hurdayla iş yapıyosun" diyor yaşar usta gibi. ve bu ultra saykodelik kavgada ağzımda sarma bir anneme bir babama bakan ben varım. ya böyle kavga mı olur allasen ya? "turşu limonla mı daha güzel olur sirkeyle mi?" tartışmasından daha beter.

    kardeşimin de okuldan gelmesiyle uzun diplomatik süreçler başladı. o annemle, ben de babamla candy crush açılım süreci kapsamında gizli görüşmeler yaptık. en sonunda halk arasında "mutfak görüşmeleri" diye bilinen toplantıdan sonra babam annemin saat hilesini kendine de öğretmesi şartıyla özür dilemeyi kabul etti ve buzlar eridi. biz de kardeşimle yorgun ama zafer dolu mağrur gözlerle birbirimize baktık ve sarıldık.

    ardından bizimkilere baktık. 60 senedir boğazından haram lokma geçmemiş babam saat hilesinin dibine vurup bölüm üstüne bölüm geçiyordu. arada annemin geçemediği bölümlerde bir kahraman edasıyla müdahale ediyordu. annem de babama kek getiriyordu. yine mutluyduk, yine beraberdik ve kek çok güzeldi.

  • 13. diyanetin alevilerle evlenilmez fetvası

    doğru düzgün okunmadan yorumlanmış haber.

    müslüman olmayanla evlenilmez denilmiş haber girişinde de aleviligin tanımı yapılıp alevilerin müslüman oldukları kabullenilmiş. mezhep ırk vs. önemli değil mühim olan müslümanlık.

    not: @1 kederlenme bacım alevi siki helal. yanlış okumuşsun.

  • 14. su sıçratan şoföre orospu çocuğu diye bağırmak

    sabah sabah insanı deli eden bir eyleme karşı normal karşılanabilecek bir davranış. yavaşlasan ölür müsün piç?

  • 15. doğuş holding

    bu şirketle ilgili bir anımı anlatmak istiyorum. uzun olacak.

    anlatmak istememde ki sebeplerden biri yeni mezun olmuş ve iş arayan gençlerin nasıl bir kafa ile karşı karşıya olduklarının farkına varmalarını istememdir. ikincisi de doğuş holding gibi ve doğuş holding mantığında çalışan binlerce şirket gibi çakal sürüsünün gizli saklı kalmamalarıdır. gizlilik politikalarına çok önem veriyorlar zira. (!) buraya daha sonra tekrar değineceğim.

    aslında bilmem kaç aralık 2015 doğuş holding rezaleti gibi bir klasik ekşi başlığı açıp daha fazla dikkat çekebilirdim belki. ama o tür başlıklarla genelde rezaletten öte şişirme hikayeler olduğu için istemedim.

    her neyse. artık konuya gelelim.

    bütün hikaye doğuş holding'in ik çalışanlarından birinin bana telefonla ulaşıp iş görüşmesi için davet etmesi ile başladı. benzer bir işte çalıştığımdan ötürü departmanlarından birindeki bir boş pozisyon için görüşmek istediklerini söyledi. yani daha önceden internetteki malum kariyer sitelerinden hakkımdan az çok bilgileri vardı. telefonuma da öyle ulaşmışlardı. buna rağmen doldurmam için bir doğuş holding datasının sayfasını mail ile gönderdiler. bir çok bilgi soran formu da görüşmeden bir gün önce doldurup doğuş center maslak'ın yolunu tuttum.

    adamlar çalışma yeri yapacağız derken kocaman bir avm yapmışlar. her katında ayrı olay. otomobil galerileri bilmem neler.

    her neyse.

    iki bayan ik görevlisi ile oturduk. birisi benle telefonda görüşen daha mülayim bir tipti. diğerinin ise biraz daha idealist ve egolu bir tipi vardı. maalesef daha çok bu ikinci tip ile muhatap olmak durumunda kaldım. diğeri zaten neredeyse hiç konuşmadı.

    görüşme başında sanki ellerinde hiç cv yokmuş gibi, bana hiç doğuş holding'in veri tabanına has bir bilgi formu doldurtmamışlar gibi tekrardan okuduğum okulları yaptığım işleri sordular. bir süre ellerinde okuyabilecekleri bilgileri sesli olarak ifade ettim. daha sonra bildiğimiz iş görüşmesi goygoyları başladı.

    -arkadaşlarınız sizi nasıl tanımlar?
    -sizi en çok ne mutlu eder?

    falan feşmekan.

    saçma sapan şeylerle bir süre zaman kaybettik. bu sürede çalışma şartları ve şekillerden neredeyse hiç bahsetmeden devamlı benden bilgiler istediler.

    benim de biraz zorlamamla sonunda mevzu maaşa geldi.

    benim aldığım maaşı sordular. söylemedim. maaş beklentimi sordular. ben tüm şartları ortaya koyduğumuzda makul denilebilecek bir fiyat aralığı söyledim. şunu söyleyim hakikaten devede kulak olur bahsettiğim rakamlar.

    bu "bayan ego"nun cevabı "istediğiniz rakamlar bizim rakamlarımızın üstünde" oldu. ben de sizin rakamlarınız neler dedim. bu aşamada söyleyemiyoruz dedi. artık hangi aşamada söyleyebiliyorlarsa. yetmedi şu salak soruyu sordu bana hanımefendi?

    "maaş konusunda ne kadar esneyebilirsiniz?"

    insanlara hiçbir rakam belirtmeden ne kadar az fiyata çalışabileceklerini soruyorlar açıkçası.

    ben de hangi miktardan bahsettiğinize göre değişir dedim. hayır zaten çalışan yani belli bir miktar maaş alan biriyim. ne bekliyorsun? asgari ücret falan dememi mi?

    cevap yok tabi.

    maaş konusunda ısrarcı olunca bu bayan ego, (bir de diğer arkadaşına benim hakkımda ısrarcı diye not tutmasını istedi*) yıllardır iş hayatı içersinde olduğunu, hiç ilk görüşmede rakam söylendiğini hiç görmediğini, gizlilik politikaları gereğince böyle çalıştıklarını, eğer rakam söylerlerse rakiplerinin bundan haberdar olacağını vs. vs. söyledi.

    nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça.

    bu aklınca beni yıllanmış kariyeri ile dövmeye kalkan hanımefendi nasıl çalıştıysa yıllarca hiç maaş konuşulduğunu görmemişmiş. bak bak. bizzat ben şu an çalıştığım yere daha ilk görüşmede bir rakamda mutabık kalarak başladım. maaş konusunu netleştirerek çalışmaya başlayan arkadaşlarımı ve bu şekilde çalışan yüz binlerce insanın olduğunu biliyorum.

    kime maval okuyosun.

    ikincisi, gizlilik politikası goygoyu. sen 1. aşamada da söylesen 5. aşamada da söylesen maaş skalan bir şekilde az çok ortaya çıkar. ben görüşmeye giderken zaten insanları düşük rakamlara çalıştırdıklarını duymuştum. bilerek gittim.

    önceki entrylere baktığınızda bu kurumun çalışma şartlarından defalarca bahsedildiğini görürsünüz. ben de gelip bunları yazıyorum şimdi. ne oldu sizin gizlilik politikanız? hay yiyim sizin ben o politikanızı e mi?

    bu "bayan ego"ya ısrarla neden rakam belirtmekten kaçındıklarını sordum. bir çok neden olduğunu söylemişti çünkü. maalesef bu sorumu da cevaplamadı. tartışmak istemediğini söyleyip geçiştirdi. gerçekten öyle mi yoksa verecek mantıklı bir cevabı olmadığından mı acaba?

    burası meçhul. :)

    benim için mülakat zaten bitmişti. artık sadece derdim bu ik züppesinin ve doğuş holdingin derdinin ne olduğunu anlamaktı.

    doğuş holding'den bahsediyoruz gençler. boru değil 19 yıllık bir şirket. (ben kuruluşu 1999 biliyorum ama bayan ego beni 1996 olarak düzeltmişti) bu koca koca otomotiv şirketi olan, koca koca televizyonları, radyoları olan holding çıkıp bana delikanlı gibi "kardeşim biz bu pozisyon için şu kadar bütçe ayırdık. sana uygunsa devam edelim değilse teşekkürler" diyemiyor. buna inanabiliyor musunuz? bunu kendilerine de söyledim.

    her yıl trilyonlarca lira parayı cebe indiren bu para babaları, sayesinde para kazandığı çalışanına fazladan vereceği 1000 liranın bile peşine düşmüş durumda. yıllarca okumuş, çeşitli tecrübelerde bulunmuş insanların 1000 lira gibi 1500 lira gibi komik rakamlara çalıştırmak istiyorlar. utanmasalar boş mukaveleye imza atan futbolcu gibi hiç para konuşmadan eleman başlatırlar bunlar.

    mülakatla ilgili son bir kaç şeyden bahsedeceğim bunu destekleyen.

    bu bayan ego artık sonlara doğru utanmadan şu soruyu sordu?

    "sürece devam etmek istiyor musunuz?"

    inanabiliyor musunuz? bir çalışan adayını telefonla ayağınıza getiriyorsunuz. ne kadar alacağı konusundan neredeyse hiçbir bilgi vermeden hâlâ işe talip olup olmadığını soruyorsunuz.

    işte hani kapitalist dünya kapitalist dünya diye devamlı bahsedilen şey var ya, bu onun en canavarlaşmış hallerinden birini gösteriyor.

    tekrar edeyim, bahsettiğim şirket yeni kurulmuş büyümeye çalışan, para sıkıntıları ile boğuşan bir şirket değil. 20 yıllık bir holding.

    çıkmadan önce bu bahsettiğim şeyleri yönetimlerine iletme yetkilerinin olup olmadıklarını sordum. bayan ego da bunu da yanlış anlayıp başladı sıralamaya. yok burada en yetkili kendisiymiş de. yok onların onayı olmadan kimse şirkete giremezmiş de. hep feedback gönderiyolarmışmış.

    ben de onu soruyorum ya be kadın!

    öyle bir hava var ki sanırsın insan kaynakları çalışanı değil holdingin cio'su. halbuki patronların iş arayan garibanlarla muhatap olmayalım diye parayla tuttuğu bir tipsin işte. karakter analizi yapacakmış bana haspam.

    bugün bir doğuş medya kanalı olan ntvspor'da yorumculuk yapan hasan şaş, dün tv8 4 büyükler salon turnuvasında hakeme ana avrat küfürler ediyordu. bakalım çalışanlarının karakterlerine önem veren bu şirket küfürbaz hasan şaş ile ticari itibara zarar verme sebebiyle yollarını ayıracak mı yoksa televizyonuna çıkarmaya devam mı edecek?

    her neyse. sanmıyorum ama inşallah dedikleri gibi iletirler kendilerine söylediğim şeyleri. söylese de pek değişmez zaten. dönen sistemin içine giren bile sistemi bana ölesiye savunurken ne değişecek ki? "şimdiye kadar böyle geldi, bundan sonra da böyle gidecek" kafası var çoğunda.

    velhasıl durum bu gençler. henüz çalışma dünyasının başında olan hevesli gençlerin hevesini kırmak için değil biraz daha türkiye gerçekleriyle haşır neşir olmaları için yazdım bunu. bu ülkeden bir bok olmayacağını, bir an evvel yurt dışına kaçmanın yollarını aramaları için.

    çünkü sektör firma farketmiyor. çoğu kafa bu.

    eğer buraya kadar zamanınızı ayırıp okuduysanız teşekkür ederim.

    ayrıca varsa bir şukü veya favınızı alırım. kendim için değil, olur da belki bu entry debe'ye girerse, daha çok okunur, bir yerlerden doğuş holding sahiplerinin önüne düşer, ağızlarının tadını kaçırır, hatta o "bayan ego"nun da kulağına gider diye. al sana gizlilik politikası!

    edit: destek mesajları için ayrı ayrı teşekkürler.

  • 16. politikcaps.com

    olmamış site.
    olmamış. beğenmedik. darısı başka reklam entrylerine.

  • 17. çay su değil nasıl buharlaşıyor

    cevaplayamamak için su katılmamış bir şey olmak gereken soru...

  • 18. marko marin

  • 19. hakan bebeğe yardım edelim

    bitti.
    347.000 tamamdır.
    bundan sonrasında top hakanda.
    herkesin ruhu huzurla dolsun:)

  • 20. en kaliteli bot markası

    (bkz: zodiac)

  • 21. öğretmen maaşının 3000 lira olması

    bahsedilen brüt maaştır. tablo şurada

    buna bakan vatandaş "vay arkadaş, ne kazanıyur bu meemurlar" desin diye böyle hazırlanmıştır.

    hiç oranlarla, vergi dilimiyle, sgkyla filan uğraştırmadan şöyle örnek vereyim:

    geçen sene 7/1 doktor maaşı 3.734 diyor.
    benimse 7/1 pratisyen doktor olarak net maaşım 2.024 gibi bişeydi.

    hayır hizmetliye de 2.406 alacak diyor. kim hizmetliye 2buçuk bin verir lan?

  • 22. fotoğraftan çirkinlik testi

    evet arkadaşlar site %100 doğru sonuçlar veriyor.

    http://i.hizliresim.com/dk351q.png

    (bkz: sen kimsin ya)

  • 23. bursa nilüfer belediyesi torpil skandalı

    belediye çalışanlarından birisinin, belediyenin resmi mail adresinde ele geçirdiği maili basına sızdırmasıyla ortaya çıkan şimdilik sadece bir iddia olan skandaldır.

    haberin linki: http://www.noktabursa.com/…ufer-belediyesinden/922/

    linki açamayanlar için:

    ''belediyede çalışanlardan birisinin ele geçirdiği resmi mail adresinden gönderilen skandal mail ortalığı tozu dumana kattı...

    sorumlu habercilik örneği adına, noktasına ve virgülüne dokunmadan gelen maili aynen yayınlıyoruz...

    mailde yazılanların tamamen bir iddia ve soru içerikli olması nedeniyle, adı geçen şahısların cevap hakkına saygılı olup, bize gönderecekleri cevapları da aynen yayınlayacağımızı siz değerli kamuoyuna saygıyla duyururuz.

    nokta bursa

    daha adil bir nilufer icin

    sayın nilüfer belediye başkanı mustafa bozbey;

    bursa’nın nilüfer ilçe belediyesini 4 dönemdir başarıyla yönetiyorsunuz ancak yönetici körlüğüne yakalandığınızı düşünüyorum.

    günümüzde en köklü en iyi kurumlarda bile; yönetici ister tüm yetkileri elinde tutsun, isterse yetki ve sorumlulukları dağıtmış olsun çevreden gelen uyarı, öneri ve şikayetleri dinleyen, ürün ve hizmetlerini bizzat diğer müşteriler gibi uygulayan ve deneyimleyen biri değil ise körlük kaçınılmaz oluyor.

    aşağıda yazdıklarımı; yönetici körlüğünden dolayı göremediğinizi düşünüyor, takdirlerinize sunuyor ve soruyorum; tüm bunlar “adil”, “vicdanlı” ve “etik” mi ?

    1. başta siz olmak üzere bir çok yöneticiniz; akrabalarını ve yakınlarını, kamu etiğine aykırı olarak, herhangi bir sınava tabi tutmadan işe aldınız. bazı örnekleri:

    · sizin; eşiniz seden bozbey, eşinizin kardeşi sezen baştimur, yeğeniniz serhat bozbey, yeğeniniz osman demirtaş ve yeğeninizin eşi merve demirtaş

    · başkan yardımcınız turgay erdemin; kardeşi semih atlı ve kardeşinin eşi melahat atlı (semih atlı’nın soyadına aldanmayın; turgay erdem’in öz kardeşidir, evlatlık verilmiştir)

    · başkan yardımcınız adil kayaoğlu’nun oğlu samet kayaoğlu ve yeğeni uğur karacan

    · başkan yardımcınız nazlı yazganın kardeşi bekir sargın

    · başkan yardımcınız ahmet çakıcının gelini azize karaca(oğluyla nişanlı)

    · başkan yardımcınız yalçın ışıkyıldızın akrabası gülşah yıldızışık büyükçetin

    · yazı işleri müdürünüz nurşen yakının yeğeni fatma soyugüzel

    örnekler daha da sayılabilir… yaptığınız işe almalar; etik olmadığı gibi belediyenizin “vicdan” ve “eşitlik” değerlerine de aykırı düşmektedir.

    ayrıca; yalçın ışıkyıldız’ı henüz daha 20 li yaşlarda ve çok tecrübesiz olmasına rağmen sırf kızınızın sevgilisi olduğu için başkan yardımcısı yaptınız.

    sayın başkan; başkanı olduğunuz kurumun belediye olduğunu unutup, aile şirketi zannetiniz galiba. sadece yönetim kademedesinde bu kadar çok aile ve akraba ilişkisi olması sizce etik’mi?

    2. aşağıda sayacağım kişileri sırf oy uğruna sınava sokmadan; kimisinin babası, kimisinin kayınbabası, kimisinin yazar eşi nedeniyle, işe hiç ihtiyaçları olmamasına rağmen belediyenize işe aldınız.

    · yasemin konuk yiğitoğlu; babası çok zengin bir müteahhit.

    · cansu pınar hayırlıoğlu; ailevi durumu çok iyi işe mini cooper marka arabasıyla gidip geliyor.

    · gülce güngör ailevi durumu çok iyi, son model arabasıyla işe işe gidip geliyor.

    · derya iyici ailevi durumu çok iyi, işe audi marka arabasıyla işe gidip geliyor.

    · insan kaynakları müdürlüğünüzde çalışan rahime yılmaz’ın hiçbir vasfı olmamasına rağmen; sırf eşi mehmet ali yılmaz’ın gazeteci olması sebebiyle belediyenizde çalıştırmaktasınız.

    bu örnekler daha çok verilebilir; sırf oy kaygısıyla yaptığınız bu işe alımlar sizce “etik”midir?

    3. eşiniz seden hanımın sizce belediye de çalışması hatta müdür olması etik mi?

    4. eşinizin kardeşi olan sezen baştimur’un belediye de çalışması normal olmadığı gibi bir de eşinizin müdürlüğünde görev yapmaktadır. sizce bu etik midir?

    5. turgay erdem’in gelini olan melahat atlı; görevine genelde mesai başlangıcı olan sabah 08:00’da gelmek yerine başkan yardımcıları gibi 9 -10 gibi gelmektedir. melahat hanım diğer çalışanlar gibi verilen görevi yapmak yerine; neslihan arslan, derya özgök ve öznur alan gibi yalakalarıyla dedikodu yaparak belediyeyi akıllarınca yönetmeye çalışmaktadırlar. bu zatlar böyle bir görevi kimden almaktadırlar?

    6. görevde yükselme sınavı açmadan; nurşen yakın ve bircan uysal’a müdür kadrosu, zuhal iskender ve yeşim özgan’a ise uzman kadrosu vermeniz belediyenizin değerleri olan “vicdan” ve “eşitlik” ile ne kadar uyuşmaktadır?

    7. yöneticilerinizi ve diğer kadrolara atamaları görevde yükselme sınavı açmadan; kanunların istinaslarını kullanarak neden yapıyorsunuz? bu yaptığınız “eşit” mi, “etik” mi?

    8. hizmet alımı yoluyla çalıştırdığınız personel sırf “torpilli” olması sebebiyle; anayasanın “devlet işleri memurlar eliyle yürütülür” maddesine ve 657 sayılı devlet memurları kanunun ilgili maddelerinde şeflik olarak tanımlanan idari yapılanmaya aykırı olarak, “büro sorumlusu” kadrosu uydurarak, bu “torpilli” kişilere anayasaya ve kanunlara aykırı olarak yetki ve sorumluluk veriyor ve hak etmemelerine rağmen son derece yüksek maaşlar ödüyorsunuz. kpss gibi çeşitli sınavlara girerek memur olan çalışanlarınızın emeğini neden görmezden gelip; adil olmayan, eşit olmayan ve etik olmayan personel politikası yürütüyorsunuz

    9. sizin gibi bir başkana yakışmayan başka bir tutum ise; halkevi belediye binasını inşaa ettirirken, binaya mecburen gelmek zorunda olan vatandaşı ve çalışanlarını hiç düşünmeden çok küçük bir otopark yapmaktı. binanıza gelen vatandaşı ve çalışanlarınızı özel otoparkların kucağına ittiniz. oysa kendi kızınız side bozbey 16 bzb 65 plakalı range rover jeepi ve eşinizin kardeşi sezen baştimur 16 bms 31 plakalı clio otomobiliyle belediyenin otoparkına istedikleri gibi girebilmektedirler. sizce bu etik mi, vicdanlı mı, eşit mi?

    10. müdürleriniz makam otomobillerini ve şoförlerini özel işleri için kullanıyor; kimisi çocuğunun servisi, kimisi kahyası gibi… örnek; strateji geliştirme müdürünüz derya özgök çocuğunu şoförüyle okula göndermektedir.

    11. 5393 sayılı belediye kanunun 49. maddesine göre yılda 2 kez başarılı memurlara verilmesi gereken ikramiyeyi; neden sadece müdürlerinize vermektesiniz? yapılan bu uygulama adil mi, etik mi?

    sayın başkan yukarıda sayılan maddeleri ve maddelerdeki örnekleri çoğaltmak çok mümkün ama amacımız üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil! lütfen chp’li bir belediye başkanı olarak özellikle adil ve eşit olmak sizin başlıca göreviniz olmak zorunda. yoksa ne farkınız olurdu akp ‘li bir belediye başkanından?

    umu yaptıklarınızı düzeltir ve bundan sonraki kararlarınızda “adil” , “eşit”, “vicdanlı” ve “emekten yana” olursunuz.''

    mustafa bozbey'in ve iddiada adı geçen kişilerin çıkıp konuşması ve belgelerle bu iddianın bir iftira olduğunu kanıtlaması gerekir. aksi halde şahsım adına partisine bakmadan ilerideki seçimlerde mustafa bozbey'e bir daha oy vermeyi düşünmüyorum.

    sadece bozbey, değil chp'nin de bu konuyla ilgili soruşturma başlatması gerekiyor kanımca. yıllardır muhalif olarak iktidarı yolsuzlukla suçlayıp da aynı fiil chp içerisinden yapılınca partinin buna gerekli işlemleri uygulaması gerektiğini düşünüyorum.

    peşin ek: yazının başında bunun bir iddia olduğunu belirttim. lütfen gereksiz yere yeşillendirmeyelim.

    ek 2: belediyenin ele geçirilmiş resmi e mail adresinden değil, belediyenin resmi e mail adresine gelen söz konusu bu maili, bir belediye çalışanı görüyor ve basına sızdırıyor. arkadaş şu entryi yazarken kılı kırk yardım, yanlış anlaşılma olmasın dedim ama yine algılama sorunu yine algılama sorunu. vermeyince mabut neylesin sultan mahmut hesabı.

  • 24. cübbeli ahmet'in sidik kan içmeli vaazı

    vampir hikayesini akla getirmiştir.

    --- spoiler ---

    bir gün 3 vampir cafe'ye gitmiş. garson ne alırsınız efendim demiş.

    1. vampir: ben sıcak kan alayım.
    2. vampir: ben soğuk kan alayım.
    3. vampir: ben sıcak su alayım.

    demiş.

    bunun üzerine diğer iki vampir; sen vampirsin amına koduğum sıcak su ne? demiş

    3. vampir cebinden kanlı molped'i çıkarıp, sıcak suya koymuş.

    ve

    ben sallama içiyorum. orospu çocukları demiş.

    --- spoiler ---

  • 25. din kaynaklı geri kalmışlığı inkar hastalığı

    "hayır geri kalmışlığın sebebi din değil sen din düşmanısın" derler.

    "sen islamofobiksin, sen ermeni dölüsün, sen soysuzsun, kanın bozuk bu yüzden yüce islam dinine sataşıyorsun" derler.

    "senin bazı art niyetlerin var, bu türk laikçileri de avrupalı kafirlerden daha beter din düşmanı ulan" derler.

    işte tüm bu insanlar gazalici nihilist zihniyetin tohumlarıdır.

    benim islam dininin aklı merkeze alan türü ile bir problemim yok. yaşar nuri öztürk, edip yüksel vs. bu adamların tarif ettiği din ile de bir derdim yok. derdim olan din türü milletin vergisi ile umre qeyfi yaparak mekke'de seks yaparken mi artık ne yaparken bilemiyorum viagradan ölen bir takım sahtekarların puştluklarını hiç umursamayan ve hatta onları savunan yığınların dini. bu umursamazlık, bu çelişki sorgulamazlık, bu tutarsızlığın kökünü merak etmezlik, bu "bu dünyadan vazgeçmişlik", bu ahiret fetişizmi, bu "bu dünyada gerçek bir mahkeme kurulamazcılık". adalete imanı, hukuka imanı, demokrasiye ve medeniyete imanı reddetme hastalığı.

    ister amerikada olsun, ister türkiyede, ister suudi arabistan'da her insan biyolojik olarak birbirine eşittir. aynı türün mensubudur. insanları, ülkeleri, toplumları kültürleri geri zekalı yapar. bundan ayrı şekilde bir de yığın/aydın ayrımı vardır. yığınlar sığır gibidir. yığınlar medya yoluyla, iletişim yoluyla yönlendirilmeye muhtaçtırlar. yığın ile aydını birbirinden ayıran temel faktör geleceği görüş mesafesidir. yığınlar en fazla bir kaç yıl ötesini görebilirler aydınlar ise çok daha öteyi, geleceği, 50 yıl sonrasını, 100 yıl sonrasını. bir aydını aydın yapan temel sıfat ileri görüşlülüktür. aydın diye lanse edilen islamcılardan bazılarının gelecek öngörüleri de tutarlı aslında. mensubu oldukları inancın zayıflayacağını öngörüyorlar ancak tarihi anlayamadıkları için onların dünya görüşleri sakat. bugün eğitilen her kız çocuğu, dökülen her metreküp beton, yapılan her metre yol, kente göçen her bir köylü islamcılığı biraz daha yok ediyor. insanlar kentlileşiyor. kentlileşen insanlar eşyaya daha bağımlı hale geliyorlar. eşyaya bağımlılık esasında dogmalardan arınma yolunda ciddi bir ihtiyaçtır. eşyaya bağımlılığı olmayan kişi yetiştiği gazalici nihilizm yüzünden bu dünyada eşyasının korunacağı mahkemeler kurulabileceğini kabul etmez. köylülükten şehirliliğe geçen gazalici nihilistler kendilerine benzemeyenlerin ortasında yani şehirde eşya sahibi olduktan sonra o eşyalarını koruyacak adaleti de tahsis etmek zorunda kalacaklardır. adalet eşyanın/mülkün temelidir. bizim insanlarımızı gazalici nihilizmden sadece maddeye bağımlı hale gelmek kurtarabilecektir. bünyelerindeki materyalizm oranı artacaktır. materyalizm arttıkça adalet de ona bağlı olarak artacaktır. hayvan gibi pençelerinin altında bir şeylere sahip olacaksın ki korumak için insan gibi yasa yapabilesin.

    yığınlar sığır gibidir. çok duyuyorum:

    "bizim millet ne malın gözüdür! ne diyon sen be? dine falan oy vermezler onlar para gelecek yere kendi çıkarına olan şeye oy verirler. siz bir boktan anlamıyorsunuz!"

    diyen insanlar var. bizim millet, onların milleti, öbürlerinin milleti tümü sığırdır. yığınların sığır olduğu benim orijinal tezim falan da değil bütün dünya söylüyor bunu. yığınlar evet malın gözüdür, kendi çıkarına oy verir ancak yığınlar en fazla bir kaç yıllık çıkarına oy verir. 200 yıl/400 yıl öncesini bilmediği gibi geleceğe dair de hiçbir öngörüsü yoktur. uzun vadede hangi siyasal akımların kendilerine faydalı hangilerinin zararlı olacağını tartıp biçemezler. anlayamazlar. yani bir kaç yıllık gelecek için malın gözü diyebileceğimiz yığınlar uzun vadeli çıkar konusunda idiottur. uzun vade için hesap kitap yapamazlar çünkü tarih ve felsefe bilmezler. yığına mensup kişinin dış dünya algısı olmaz. yaşadığı ülkenin daha iyi bir yer olması için mücadele etme gereği duymaz. geçmişi ve geleceği merak etmez. tüm bunlardan sebep bataklığın dibinde yaşadığı halde bunun farkında değildir halinden şikayet etmez. yığınlara muhalefet eden kişi yığın olmaktan da sığır olmaktan da kurtulmuştur.

    islamcılar düşünce üretemiyorlar. ürettiklerini düşündükleri hemen hemen her şey gazalinin 1000 yıl önce orta doğu topraklarında yaptığı safsatalar. o safsatalar şamın ve ırak'ın bugünkü halinin sebebi. gazali'nin bir de bugün modern kravatlı junior versiyonları var. bunlar bütün felsefeyi ve tarihi okudukları halde dünya genel medeniyetinin kendine sahiplendiği düşünce çizgisini reddederler. cemil meriç ve dücane cündioğlu bunlardan. ne diyor cemil efendi:

    "kıtaları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik.
    kelleler damlardı kılıcımızdan. bir biz vardık cihanda, bir de küffar…
    zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları…
    ihtiyar dev, mazideki ihtişamından utanır oldu.
    sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini, “ben avrupalıyım” demeye başladı, “asya bir cüzzamlılar diyarıdır.”
    avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara, ve kulağına:
    “hayır delikanlı” diye fısıldadılar, “sen bir-az gelişmişsin.”
    ve hıristiyan batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir “nişân-ı zîşân” gibi gururla benimsedi aydınlarımız."

    cemil meriç ciddi bir baş ağrısıdır. koca koca beylik laflar edip de altını dolduramayan şizofren mi diyeyim artık kişilik bölünmesinden muzdarip bir nevrozlu mu bilemedim. ama cemil meriç'in bütün hayatı çelişkidir. arada güzel bazı aforizmalar etse de zıddını çoktan söylemiştir zaten bu yüzden hemen hemen bütün yazdıkları genel bir bakış açısı ile çelişkilerden ve saçmalıklardan oluşur. biz son 300 yıldır girdiğimiz hemen hemen her savaşı kaybetmiş bir toplumuz. savaş sıcak ya da soğuk olsun kurtuluş savaşı gibi bir kaç tanesi hariç her seferinde kaybediyoruz. cemil meriç acaba bunları bilmiyor mu? sanayi devrimini bilmiyor mu? makineli tüfeğin icadını ve onun icadına olanak sağlayan politik ortamı bilmiyor mu? avrupa tarihinden bihaber mi? hepsini biliyor.. 18. yüzyıl almanyası nam-ı diğer prusya'da zorunlu ilköğretim vardı. prusya krallığı, dünya tarihinde genel ilköğretim sistemini uygulayan ilk devlettir. bugün bizim islamcıların çok severek bindiği bmw'lerin motor verimlerinin ve performanslarının ardında martin luther'in reformu zihniyeti ile şekillenen ve 300 yıldır var olan alman eğitim sistemi vardır. bizde ise ilköğretimin yaygınlaşması ancak 1930'lara denk gelir. bugünkü islamcıların dedeleri 1930'larda uygulanmaya çalışılan eğitim sisemine kafir düzen adını vermişlerdi. latin alfabesi kafir alfabesi idi, medrese usulü olmayan, batı modelli eğitim de kafir eğitimi idi. cemil meriç'in yukarıdaki yazısında geçen küffar kelimesi benim burada kullandığım kafir kelimesinin birebir çoğuludur bu arada. cemil meriç bir eziktir. uçağı bir kafirin icat etmiş olmasını kendine yediremez. onlar zaten bizi aralarına almayacaklar diye bir de bahane sunar. aralarına almak ne demekse? hıristiyan olmayan güney kore ya da japonya onların arasına mı girmiştir şimdi? onların arasına girmek ne demektir? batı bizi almaz arasına diyerek ne demek istemektedir cemil meriç? boş boş laflar bunlar. tümü de cemil meriç'in kör olup da islamcılığa başladığı tarihten sonra "ben türk islam sentezinin savunucusuyum" demesinden sonra yaptığı safsatalar. türk islam sentezi nizamülmüktür. nizamülmük de gazalidir. gazali de deve sidiği içmektir. bunların tümü birbirine denktir. türk islam sentezi hanefi fıkhıdır. müzik haramdır. ressamların yeri cehennemdir. kadın evde beslenen ve sosyal hayata çıkması yasaklanmış bir tür hayvandır, kılıçla savaşacak ve cihat yapacak bebekler dünyaya getirme makinesidir. türk islam sentezi cemil meriç'in yaşamadığı her şeydir. cemil meriç aşık olmuştur. türk islam sentezinde aşk yoktur. mahrem vardır. görücü usulü evlilik vardır. kadınların avuç içleri ve yüzleri hariç her yerleri kapalı olacak öğretisi vardır, birbirine mahremiyeti olan erkek ve kadın aynı odada oturamazdır. cemil meriç bunları uygulamış mıdır? cemil meriç psikolojik bir vakadır. klasik psikolojisi bozuk ne dediğinin farkında olmayan ayakları yere basamayan ezik bir islamcıdır. her şeyi çelişkilidir. iki yüzlüdür, korkaktır. ya da cemil meriç türk islam sentezinin ne olduğunu hiç bilmemektedir, açıp da türk islam sentezinin resmi ideolojisne ait bir tek fıkıh bir tek tefsir kitabı okumuşluğu yoktur.

    dücane cündioğlu cemil meriç'ten hem daha kapasitesiz hem de daha ezik biridir, zaten eğitimi de yoktur doğru düzgün. dücane cündioğlu batının kendi düşünsel düzlemini aristo'ya dayandırmasına bütün bir batının temelde aristocu oluşuna, aklın insanlık tarihinde en anlaşılır hali ile aristo ile var olmaya başladığına falan karşı çıkar. hem de bunu "biz osmanlıyız yunan denen ezik milleti 300 sene idare ettik kölemiz yaptık ben bugün i-phone'u icat eden ve marsa gidecek aracı üreten, sosyal olsun, siyasi ve hukuksal olsun hemen hemen tüm fikirleri bulan o kos koca batı medeniyetinin temellerini yunan denen ezik millete bağlamam" kafasında yapmaktadır. sen kimsin oğlum? bunu batı medeniyeti dediklerin kendileri kabul etmişler, bu onlara ait bir tez, bu onların kendi gerçekleri, kendi fikirleri. komik değil mi? bütün bir medeni dünya birleşmiş ve bizim kökümüz kadim yunandadır demiş bizim minik dücaneciğimiz bunu kabul edemiyor, ağırına gidiyor aristonun pis bir yunan oması.. bir de akıl veriyor onlara.. "yok kanka valla bak kadim yunan olamaz hem bak sen romalı filozoflardan sonra skolastik düşünceye kadar arada bir boşluk var o boşluk ne alaka?" falan saçmalıyor. o boşluk aklın esaret süreci dücane efendi tıpkı gazali, ibn-i teymiye, arabi ve rabbani gibilerin islamiyeti esaret altına alması gibi romalı azizler de hıristiyan toplumları esaret altına almışlardı. rönesansta aristo ile tekrar buluşan avrupa bu esaretten kurtuldu reform ile kıçına tekmeyi bastı o azizlerin sanayi inkılabı ile de tarihe gömülmüş orospu çocuklarına çevirdi onları, bugün herkes analarına küfrediyor onların. zaman gelecek bizim burada da aynısı olacak. zaten felsefenin bütün hikayesi budur. hegel de dahil olmak üzere hegel'e kadar felsefe dini zaptetme sanatıdır. din dişleri kanlı bir hayvan gibi gördüğü her düşünceye saldırmıştır binlerce yıl boyunca. çünkü din yığınlardan güç alır, insanın temel korkusu yok olma korkusudur ve ölümden ötedeki köyü dinden başka anlatan bir düşünce gelmemiştir bu da yığınlarda muazzam alıcı bulmuştur.

    islamcılara açık çağrımdır: geri zekalılığı bırakın artık. aynı hikaye hıristiyan toplumların tarihinde mevcut. din vardır yoktur, allah vardır yoktur, ahiret inancı şöyledir böyledir tartışmaları değil bu. tamam biri çıkmış tanrı ile kontakt kurduğunu söylemiş ve kendini peygamber ilan etmiş. buna bir şey dediğimiz yok. kurduğunu ya da kurmadığını ispatlayamayız. ben inanmam sen inanırsın burada sana neden inanıyorsun diye sormak da umrumda değil. ama bundan sonrası önemli olan. birileri çıkıp ben isanın ana bayisiyim demişler ve kafalarına göre bütünüyle teslimiyeti esas alan düzenler kurmuşlar. aynısı bize de olmuş. biz de tarikatların tanımı şudur: "kendini şeyhine/müçtehitine/mezhebine tıpkı teneşirdeki çıplak bir ölünün kendini ölü yıkayıcı imama teslim etmesi gibi teslim edeceksin." daha sonra isacılar tarafı bu durumu aşmışlar, baş kaldırmışlar, isyan etmişler, yeni fikirler bulmuşlar, gelişmişler dünyanın hakimi olmuşlar. onların 800 yıllık mücadelesini bizim de en baştan yaşamamızın bir anlamı var mı? biz neden kurtulamıyoruz gazali gibi ruhbanlardan? neden aklı mutlak otorite yapamıyoruz tıpkı hıristiyan aleminin hatta güney kore ve japon gibi milletlerin de yaptığı gibi? bu durumu aşmak için illa bir luther çıkıp da mezhep savaşları mı çıkarmalı? biz de tıpkı onlar gibi modern filozoflar dönemi falan mı geçirmeliyiz? birileri çıkıp allah öldü haydi cenaze namazına diye selasını mı okumalı allahın? aynı hikaye orada da var ama. neden onların geçtiği süreçten biz de geçmek zorundayız? onlarca yıl beklemek zorundayız? yığınlar değil hedefim. yığınlara laf anlatamazsın. tarih ve tefekkür algısı olanlara söylüyorum.

    cemil meriç ve dücane gibi adamlar din kaynaklı geri kalmışlık konusunda ekşide de epeyce bulunan islamcı ergenlerin birincil kaynağıdır. o yüzden onlar üzerinden gittim. bunlar din kaynaklı geri kalmışlığı inkar ederken bindikleri mercedes marka arabaların varoluşunu da inkar etmektedirler. mercedes batı felsefesinin bir ürünüdür. felsefe insan hakları, mülkiyet hakkı, eğitim hakkı gibi konuları tartışmaya açar. akıllar dini ya da politik hiçbir kaygı duymadan bu konuları tartışırlar. ve 18. yüzyıl prusyasında olduğu gibi ilköğretimi zorunlu hale getirme kararı alırlar. ilköğretim olunca liseye gerek duyulur ve bir fikir olarak liselerin yaygınlaşmasına karar verilir. ardından bilim akademilerine girebilecek çocuk sayısı artar ve bu da bilim akademilerine seçicilik hakkı tanır. daha büyük beyinler, gerçekten daha fazla hak edenler, bir ahırda at bakıcılığı yapmak yerine alacağı eğitim ile dünyayı değiştirebilecek çocuklar bilim akademilerine girerler ve yaşadıkları ülkeyi de dünyanın genelini de geliştirirler. oysa sadece sınırlı bir zümrenin çocuğu ya da osmanlıdaki gibi seçilmiş sağdan soldan üç beş kişi okutulsaydı hem de saçma sapan bir medrese müfredatı düzeninde almanlar bugün araba maraba yapamazlardı. cemil ile dücane denen idraksiz arkadaşlar bunları ya anlayamıyorlar ya da öbür dünyadan öyle bir korkuyorlar ki altlarına sıçacaklar korkularından. korkmayın. hiç kimse -tanrı bile- sonsuza dek yakmak için kendine 70 yıllık et parçaları yaratacak çılgınlıkta değil.

  • 26. karadenizlilerde damak tadı olmaması

    valla karadeniz yöresinde uzunca zaman geçirmiş biri olarak söyleyebilirim ki, baharat tarzı şeyleri seviyorsanız size hitap etmeyecektir. karalahana sarması dediğin şeyin nesi güzel anlamadım keza çorbası da aynı. muhlama biraz iyi içlerinde, o da offf denilecek kadar süper bir şey değil. ispir fasülyesi erzurum'a dair bir fasülye türü. karadeniz pidesi de kapalı pide dedikleri şey olup tercih sebebim olmadı. laz böreği de ahım şahım değil.

    mutfak dediğin güneydoğu'da bence.

  • 27. ryan donk

    galatasaray'a itelenmiş futbolcu.

    kevin grosskreutz gibi adamı 2.5 milyon euro'ya satmayı transfer başarısı olarak görüp de, bu adama 2.5 milyon euro verilmesini normal bulanlar aynı kişiler. yine grosskreutz özelinden gidelim: asıl başarı onu 1.5 milyon euro'ya alabilmekti, onu da ellerine yüzlerine bulaştırdılar.

    donk denen adam grosskreutz'tan 2 yaş daha büyük(2 ay sonra 30 olacak), avrupa'da piyasası yok, takımından ayrılmak istiyor ve 6 ay sonra sözleşmesi bitiyor.

    sen bu şartlar altında 2.5 milyon euro veriyorsan, kazık yiyorsun. kasımpaşa'yla iyi pazarlık etsen, adam 1 milyon euro'ya da razı olacak. çünkü gidiyor adam 6 ay sonra zaten, hiç bir şey alamayacaklar karşılığında. bu 6 ay donk onları nereye taşıyacak da vazgeçmesinler?

    6 ay sonra alsan imza parası verecekmişsin. donk kendisine senelik 1,5 milyon euro verecek kulüp buldu da, bir de üstüne imza parası isteyecek. atiba gibi adam bile senelik 1 milyon euro'ya oynuyor be, neyin imza parası?

    iş bilmez yöneticilerin elinde oyuncak olmuş durumda galatasaray, yazık.

  • 28. adore mobilya

    sadece 10 tl. kargo ücreti karşılığı kedi evi gönderiyor. denemek lazım...

    https://www.adoremobilya.com/kedi-evi

  • 29. biz brüt maaş veriyoruz

    doğru söylenmiş sözdür.

    keşke mevzuat değişse de brüt maaşın tamamı çalışanın hesabına yatırılsa, çalışan yatan paradan vergisini ssk primini de kendi elleriyle devlete ödese de bu ülkede vergi mükellefi olmanın ne demek olduğunu daha iyi anlasa.

    özellikle %35'lik vergi dilimi ile tanışmasına vesile olsa çok daha güzel olacak. her ay maaşının en az üçte birinin elinden uçup gittiğini görse belki dürüst işverenin halinden anlamaya başlar.

    örnek verelim de net olsun:

    5.000 tl brüt alan birinin net maaşı ortalama 3.300 tl'dir.
    işverene toplam maliyeti ise 6.125 tl. yani nerdeyse netin 2 katı.
    işveren sgk payı: 1.125 tl
    ssk'ya ödenen toplam para sıkı durun: 1.875 tl

    ben de diyorum ki bu 6.125'in tamamı çalışana verilsin. sonra ay sonu geldiğinde bunun yarısını kendi elleriyle götürsün devlete teslim etsin. böylece belki de vergi mükellefi olmanın ne demek olduğu tam olarak anlar ve ödediği her kuruş için devlete hesap sormaya başlar.

    keşke ssk priminin işveren payı olan kısmı da çalışana verilse de ona ödenen toplam paranın nerdeyse yarısının çeşitli kalemler adı altında devlete vergi ve prim olarak ödendiğini görebilse.

    herkesle eşit sağlık hizmeti almasına rağmen neden ben bu kadar yüksek ssk primi ödüyorum diye belki sorular sormaya başlar.

    yıllarca her ay devlete hayvan gibi ssk primi ödemesine rağmen 65 yaşında emekli olduğunda neden kuş kadar emekli maaşı alacağını sorgulasa.

    edit: imla

  • 30. 29 şubat 2016 fenerbahçe beşiktaş maçı

    tarih atamasının altında büyük orospu çocukluğu vardır..

    geçen sezon beşiktaş'ın aynı derbiyi pazartesi oynama talebine red cevabı veren tff, fenerbahçe'nin önceki haftaiçi avrupa kupası maçı var diye bu karşılaşmayı pazartesi gününe almıştır. geçtiğimiz sezon ise fenerbahçe avrupa'da değilken, beşiktaş maçına tam 8 gün dinlenerek çıkmış, beşiktaş ise derbiyi brugge maçından 2 gün sonra oynamak zorunda bırakılmıştır.

    bu tarih ataması ile tff'nin kimlerin hizmetinde olduğu net bir şekilde bir kez daha gözler önüne serilmiştir..

    edit: 22-19 matematiğini yapan ilkokul 1 terk arkadaşı kutluyorum. kendisi 8 büyük eşittir 3 bulacaktır belki de kendi fenerli denkleminde. maçla ilgili de ezikçe yorum yapanlara gomez'den armağan ediyorum sıradaki şarkıyı, belli ki acıları geçecek gibi değil, kıyamam..

    http://media04.ligtv.com.tr/…/111117492/16613_g.jpg

    edit2: bir beyinsizliği daha giderelim. bu sezonki beşiktaş galatasaray maçının günü ile ilgili beşiktaş'ın federasyona hiçbir talebi olmamıştır. zaten perşembe günü avrupa'da maç yapan bir takımın cumartesi lig maçı oynaması doğru olmaz. sıkıntıyı anlayamamış bazı aklıevveller, beşiktaş geçen sezon pazartesi oynamak için resmi talepte bulundu ve reddedildi. bu sene böyle bir talep dahi olmazken maçlar pazartesiye alındı. geçtiğimiz sezon fenerbahçe avrupa kupaları'nda yokken bu bilgilerin esamesi okunmazdı. bu sene talebe bile gerek kalmadan her 2 derbi de pazartesi oynanıyor.

    şike sebebiyle fenerbahçe'nin avrupa kupaları'ndan men edildiği sezonlar bitmesinin hemen akabinde de yabancı kuralı değiştirilmişti aynı federasyon tarafından.

  • 31. kardeş sileriz sıkıntı yapma

    sozlugun yeni fenomen cumlesi olacak kenan sofuoglu beyani.

  • 32. 5 kişiye kadar yedekte bekletme kapasiteli kız

    biz yedekte bekleyenler bu duruma küfür ediyoruz.

  • 33. aytaç ars

    tezimin arkasındayım ve daha çok kanıt buldum.

    kitapyurdu'nda adamın 4 kitabı var hepsi de 1. baskı. üçü %20 indirimli, biri %35 indirimli. biri sitede 15 adet satılmış, biri 12 adet. yarısını da zaten yazdığı hatunlara hediye etse, ya işte, adam aç be aç. ağzı kokuyor. ağzı kokuyor diye ayaktan öpüyor yoksa dudaktan öpecek. ağzı kokuyor diye sinem'e öptürüyor utancından. bakın bu dramdır. yerli edebiyatı desteklememiz lazım.

  • 34. asgari ücret + agi = 1300 tl

    benim anlamadığım agi (asgari geçim indirimi) normal maaştan hariç bir vergi iadesi değil mi? yani asgari olsun olmasın ücret dendiği zaman akla içinde agi demi geliyor ?

    kaç yıldır yanlış biliyormuşum o zaman

    yani asgari ücret 1300 değil 1300 - 123 = 1177 tl. bozdur bozdur harca !!!!!!

    ekler:

    http://www.csgb.gov.tr/…rtal/cgm.portal?page=asgari

    http://www.hurriyet.com.tr/…sgari-ucretler-40035947

    edit:

    kim bilir kaç kişi 1300 + 123 = 1423 tl alacağım diye sevindi :)))))) yazık lan bu insanlara

    edit 2: fazla mesai yapıldığında alınacak para agi hariç olan net maaş üzerinden hesap yapılacak. yani işletmede fazla mesai yapan birinin saat ücreti 1300 tl üzerinden değil 1177 tl üzerinden hesaplanacak :)))))):))))))))))))

    edit 3: bu agi denen zamazingo olmadan önce millet fiş biriktirip vergi iadesi alıyordu sonradan bu vergi iadesini agi ye çevirdiler. yani asgari geçim indirimini kişinin maaş geliri gibi lanse etmek etik dışı bir durum. bu agi denen şey zaten öncesinde benim cebimden vergi olarak çıkıyor.

    edit 4: vergi iadesi zarflarını özledim bu agi çıktığından beri. üzerini doldururken ayrı bir heyecan yaratıyordu. aaah o günler :))))

    edit 5:

    "@crown prince of veblen" uyardı şimdi. agi vergi iadesi olarak değil vergi indirimi olarak değerlendiriliyormuş aslında.

    anladığım kadarıyla vergi iadesi de yalan olmuş yani :)))))

    edit 6: özetle asgari ücretli kaç kişi elime 1423 tl geçecek diye hesapladı ve bu şekilde hareket etti. bunun böyle olmadığı bu güne kadar detaylı olarak hiç açıklandı mı? "hiç asgari ücret + agi 1300 tl" şeklinde bir cümle duyan oldu mu? hayır? sadece "asgari ücret 1300 tl" şeklinde lanse edildi. milletin bir şeyi nasıl algılayacağı ama gerçeğin nasıl olduğu hesapları bunlar. asgari ücretli çalışanların kaç tanesi temel muhasebe biliyor ki zaten? ben eminim yarısından çoğu 1423 tl diye heveslendi. ayrıca fazla mesai yapınca daha fazla kazanırım diye hesapladı.

    ______zorunlu edit 7_____
    _____________________
    _____________________

    ben bu hesapta yanlışlık olduğunu söylemiyorum. bahsettiğim şey: konu insanlara açıklanırken bir açıklanan şeyin gerçek hali birde açıklama yapılan tarafın bunu algılama şekli ve açıklananla algılanan arasında dağlar kadar fark olması. kimseye de yalancı demiyorum ama bir konuyu açıklayan kişi karşısındakinin bunu böyle anladığına emin olmalı o da işine gelirse

    bu konu bu günün manşetleri arasında olması da bunu kanıtlıyor. "asgari ücretlilere şok" gibi haber başlıklarından belli oluyor anlatılanla algılanan arasındaki farkı. http://www.msn.com/…-agi-şoku/ar-aagnigq?li=aaatxwc

    yani ben agi ile asgari ücret hesabını yıllardır biliyorum ama biri çıkıp diyebilir mi bana 3 ay önce "asgari ücret agi dahil 1300 tl yapacağız" diye bir cümle duyan varsa paylaşsın burada. ağızdan çıkan şey: "asgari ücret 1300 tl olacak"

    1. cümle: "asgari ücret 1300 tl"
    2. cümle: "asgari ücret agi dahil 1300 tl"

    bu iki cümle arasında ki algılama farkına dikkat çekerim. kimse anasının karnından muhasebeci, iktisatçı, işletmeci çıkmıyor sonuçta özellikle asgari ücretli çalışan kesim.

  • 35. 5 ocak 2016 barack obama'nın ağlaması

    kanzuk mu lan o?

  • 36. bağdat baharat

    atacakları her adımın şirketin imajını nasıl etkileyeceğini öğrenmesi gereken firma.

    dün evde yemek yaparken toz körinin olmadığını fark ettim. yemek ocağın üstündeyken koşa koşa macro center'a gittim raflarda hızlı hızlı köri'yi ararken elime ilk gelen köri sosunu aldım tam kasaya geldim ki ürünün bağdat baharat'a ait olduğunu gördüm. reyona geri döndüm ve ayfer kaur isimli başka bir markanın da benzer bir baharat ürettiğini gördüm, üstelik daha pahalı bir marka. hemen değiştirdim ve yeniden kasaya yöneldim.

    sözün özü şu: benim almayacağım bir baharat firmayı elbette batırmaz ama günümüzde elimizde ki tek güç protesto gücü ve biz haksızlık yapanı, yancılık yapanı, ahlaksızlık yapanı bu elimizde ki gücü kullanarak protesto edeceğiz.

    almayacağız, aldırtmayacağız, kullanmayacağız, izlemeyeceğiz.

  • 37. sevgilisi olan erkeğin kızlara daha çekici gelmesi

    kimse önünde araba park etmemiş bir lokantada yemek yemez.

  • 38. markafoni'de satılan çok ilginç ayakkabı

    yanlışlık olduğu besbelli.
    resmen çoluk çocuksunuz amk.
    illa bokunu çıkaracaksınız.
    çıkın dışarıda oynayın lan
    edit:imla

  • 39. böreklerle birlikte canlı kediyi fırında pişirmek

    sırf bu başlıklar yüzünden ekşi sözlükten tiksiniyorum bazen.

    yok forummuş, yok derdini skeyim butonuymuş, fortmatmış.

    sizin yapacağınız işi skeyim.

    8 senedir yazarım ilk defa bu kadar tiksindim bunu fotoğraflayan dikkat çekmeye çalışan insanlarla aynı ortamda olduğumdan bile.

  • 40. dicaprio'nun engin altan düzyatanı kıskanması

    bir haber ancak bu kadar saçma yazılabilirdi.

    diriliş ertuğrul'a rakip geliyor diye başlık atmış bir de. paralel evrende belki. adamlar dava açsa kazanır bu kadar alakasız bir tanıtım olabilir çünkü. kendi kafanda kurduğun şeyleri gerçekmiş gibi yazmak şizofreniye girer.

    edit: ayrıca haberde leonardo'nun engin altan'ı kıskanmasıyle ilgili bir şey yazmıyor. başlık toptan yanlış. herkes mi sorunlu anlamıyorum. benimde işim yok neden uğraşıyorsam.

  • 41. elektrik faturasından kaçak bedelinin kaldırılması

    bundan sonra çaktırmadan sikeceklerine delalettir.

  • 42. acun dün fettullah'ın adamıydı bugün adam mı oldu

    jet fadil'in reklamlarinda oynayan birinin beyani.

  • 43. şevket altuğ

    sanatı derinlemesine inceleyen, içindeki o samimiyet ve gerçeklik duygusu tamamen varolana kadar oyunculuğu tırmandıran, sahte ve yapay duygulardan uzak gerçek ve ruha dokunur oyunculuk ve sanat anlayışını bizlere kazandıran ender sanatçılardan birisi kendisi.

    o yaşayıp hissederek aktarır içindekileri.

    ben buraya hapsoldum nihat..hapsoldum..evler dükkanlar ağaçlar..hep aynı şeyler, aynı yüzler, aynı sesler..7 yaşında geldim ben buraya nihat ne hayallerle geldim. 40 yıl sonra halime bak. buranın bir parçası oldum. iskele gibi, durak gibi, sermetin köşesi gibi..yaşıyor muyum? ölü müyüm? taş mıyım..duvar mıyım? neyim, hayatımın anlamı ne?
    çocuklarım..babam..dedem..eski karım..arkadaşlarım..ya ben nihat? ben? ben nerdeyim ya? yetti artık, burama geldi be! dayanamıyorum..nefes alamıyorum..ölünce arkamdan iyi adamdı diyecekle, kıyak delikanlıydı diyecekler..fedakardı.. ailesine düşkündü, yardım severdi hep başkalarını düşünürdü..!çengelköy'ün evliyasıydı..!
    hadi..hadi gömün beni ne bekliyorsunuz? şimdiden gömün! yaşamıyorum zaten..yaşamıyorum! yaşasam sen kendin için ne istiyorsun be adam diye sorarım! soramıyorum! korkuyorum!! sevdiğim insana bekle bende geliyorum diyemiyorum ben be! ölmüşüm ben nihat, ölmüşüm yav! siz öldürdünüz beni siz! ölmek istemiyorum! durduğum yerde çürümek istemiyorum!! o benim son çaremdi..beni bu hapishaneden çıkaracaktı, o benim kurtuluşumdu! gitme demek istedim, diyemedim!! diyemedim nihat diyemedim!! elif de gitti nihat! ben gene kaldım...bittim..bittim ben nihat.."

    ben oyuncuyum diyen kaç kişi var ki bu kelimelere hayat versin. gülerken düşündürsün, düşündürürken ağlatsın...

  • 44. sevgiliden ayrılıp bir sike benzemeyen şiir yazmak

    üç üniversite okuyup, yalnızca birini bitirebildim. diğer ikisine sadece birer dönem gidip, yarım bıraktım..
    onlardan ikincisi. yaş 20 - yer gökçeada.

    herhangi bir sebeple gidenler bilirler, küçücük yer.
    özellikle kışları, kuş uçmaz kervan geçmez terkedilmiş köy meydanı.
    pansiyonculuk yapan 40 hane, 400 öğrenci, 200 asker. başka kimse yok, biz bizeyiz.

    aylardan ekim. dersler daha yeni başlamış, öğrenciler yeni yeni kaynaşıyorlar. birer hafta arayla önce duygu'yla, sonra simge'yle tanıştım. duygu'yu simge'den, simge'yi duygu'dan gizleyişim 3 hafta sürdü.
    3 hafta yandı, yalancının mumu..

    rezil oldum!!
    duygu'ya ' dün gece seni rüyamda gördüm' dedikten 10 dakika sonra, aynı şeyi simge'ye söylemiştim mesela, üstelik aynı rüyayı anlatarak.
    aynı sabah, aynı şiiri 'sana yazdım' diye göndermiştim ikisine de.
    ama 3 hafta sürdü..

    rezil oldum!!
    bir süre bırak okula gitmeyi, evden dışarı çıkamadım utancımdan.
    böyle olmazdı. 2 sene böyle geçmezdi.
    simge'ye kendimi affettirebileceğimi düşünüp, yaptım planımı.
    bir sike benzemeyen şiirimi de o gün yazdım.
    '' geçmişi yırtıp atmakta senin elinde, silip yeniden yazmakta '' diye bitirdim cümlelerimi ve herkes okuldayken, simge'nin kapısının önüne bıraktım.

    simge severdi beni. mektubumu bulunca dayanamayıp arayacak, ağlayarak affedecekti. ve ben birdaha ona asla yalan söylemeyecektim.

    aradı.. sesi neşeliydi, yumuşamıştı. şiir işe yaramıştı.
    - kaç gündür okula gelmiyorsun. yarın gel mutlaka, yüzyüze konuşalım dedi ve kapattı.

    ben hayatımın hiçbir döneminde, okula bu kadar mutlu gittiğimi hatırlamıyorum. dünyalar benim, içim içime sığmıyor.
    adada aşk kokusu var.

    ilk dersin sonlarına doğru simge ayağa kalktı, hocanın kulağına birşeyler söyledi. hoca gülümsedi, dışarı çıktı..
    '' öncelikle hepinizden ve özellikle duygu'dan özür dileyerek'' diye başladı söze ve şiirimi sınıfın ortasında okudu.
    ben hayatımın hiçbir döneminde, bu kadar rezil olduğumu hatırlamıyorum.
    o gün adadaki son günümdü. ertesi sabah herşeyimi toplayıp, ilk feribotla kaçtım.

    aradan tam 8 yıl geçti. dün facebook'ta gökçeada'dan sınıf arkadaşımı buldum, ekledim. lafladık biraz. güldük, eğlendik..
    duygu, bölümü birincilikle bitirmiş. şuan fransa'da çok iyi bir tur şirketinde yöneticiymiş. simge, ertesi sene kaydını dondurup evlenmiş.
    ve benim simge'ye yazdığım şiir; okulun hemen karşısındaki cafenin mantar panosunda, bugün bile asılı duruyormuş.

  • 45. tartışmalardaki einstein matematik bilmezdi eşiği

    sponsoru adidas mottosu impossible is nothing olan sözlükçülerin bilumum tartışmalarda köşeye sıkışınca "hayal gücü her şeyden üstündür" temasını vermek için geçtiği eşik.

    albert einstein'ın eğitim hayatı boyunca matematikte başarısız olduğu ve matematikten anlamadığı yalanına dayanır. gençler, saadettin teksoy'la şok gerçekleri açıklıyorum: einstein matematikten anlıyordu.

    bu eşik yaklaşık şöyle zuhur eder:

    ...
    - abi bak einstein da matematikten anlamıyormuş aslında, okul hayatında hep başarısız olmuş.
    - olm einstein dediğin adam zürich üniversitesinden fizik doktorası sahibi bir insan, nasıl matematikten anlamasın lan?! dersleri nasıl geçmiş, makaleyi tezi nasıl yazmış?
    - bilmiyormuş işte, ilk öğreniminde karnesine bakınca matematik notları hep düşükmüş.
    - lan emin misin?! tüm bunlar senin araştırma konusundaki sığırlığından ve okuduğunu anlamamandan kaynaklanıyor olmasın.
    - yok yok öyleymiş. zaten önce görelilik kuramını hayal etmiş, sonra yıllarca formüle dökememiş. matematiği çok kötüymüş.
    - yani 1935'te princeton'da bir haham kendisine matematikte başarısız olduğunu iddia eden bir gazete yazısı gösterdiğinde gülüp "matematikte hiç başarısız olmadım, 15 yaşından önce diferansiyel denklemler ve calculus konularına hakimdim" dememiş mi hiç?
    - lan nasıl desin, adam matematik konusunda sığırmış.
    - haa, yani çocukluk döneminde sen ahmet parasının üçte birini harcadığında ne olduğunu hesaplayamıyorken, öklid'in elementlerini okuyup oradaki aksiyomatik argümanları anlayabilen, pisagor'un teoreminin kanıtını kendisi yapabilen adam aslında matematik konusunda başarısız bir öğrenciymiş, öyle mi?
    - aynen.

  • 46. kalitesiz olduğu halde kaliteli sanılan markalar

    (bkz: ekşisözlük)

    bana lcw yi hatırlatıyor. eskiden lüks bir markaydı, herkes giyemezdi. kuzen vasıtasıyla elime geçen o maymunlu poşetini yıllarca sakladığımı bilirim. sonra pazar malı üretmeye başladı. sözlük de zamanında lcw nin ilk hali gibi elit bir marka iken, inci - ulu karışımı bir yere dönmeye başladı maalesef.

  • 47. işe yarar android uygulamaları

    arama yaptım fakat bulamadım yazıldıysa yazacaklarım kusura bakmayın:

    ebroşür
    bu uygulama ile hangi market hangi hafta ne kampanya yapmış öğrenebilirsiniz. a101, şok, kipa, migros ve daha onlarca mağazanın insertlerini güncel biçimde yayınlıyorlar. sadece market değil moda, giyim, teknoloji broşürleri de mevcut. size en yakın yerlerdeki kampanyaları da sunuyor.
    eraser
    diyelimki elinizde bir fotoğraf var ve arkaplanı fotoğraftan ayırmak niyetindesiniz. bunu android platformunda yapabileceğiniz en iyi uygulama bence bu.
    letstag
    ınstagram'ı sık kullanan biriyseniz ve fotoğrafların altına hashtag dediğimiz etiketlerden eklemeyi seviyorsanız bu işi sizin için çok daha pratik hale getirebilecek bir uygulama. fotoğrafınız ile ilgili bir hashtagi program yazın. o size en popüler önerileri sunsun ve kolayca hepsini kopyala-yapıştır yapın.
    şehir senin izmir
    izmirli hemşehrilerime tavsiye edebileceğim eshot hareket saatlerinden tutun, kentkart (evet hala kentkart diyorum mk izmirim kartın) bakiyesine kadar her şeyi öğrenebiliyorsunuz. uygulamanın güzel tarafı ise gps i açtığınzıda size en yakın durağı göstermesi ve durağı seçtiğinizde hangi otobüsün o durağa kaç dakika sonra geleceğini göstermesi.

    kullandığım pek çok uygulamayı arkadaşlar eklemişler zaten, başlığa katkısı olan herkese teşekkürler. sayenizde güzel uygulamalar ile tanıştım. yeni şeyler buldukça burayı düzenlerim artık.

  • 48. ankara metrosu

    planlama faciası.

    merkezinden başlayıp batı yakasına doğru şehri enine kesen bir ana arter düşünün (bkz: eskişehir yolu)

    bir takım üst akıl, bundan aşağı yukarı 20 sene evvel, o arterin yirminci kilometresinde yer alan, o zamanın şartlarıyla şehir merkezinden epey izole olan ümitköy-çayyolu yerleşimine ulaşımı kolaylaştırmak için bir metro hattı planlıyor. taşıt yol üzerinde de odtü, beytepe, söğütözü gibi önemli noktalara uğrayacak. en nihayetinde ümitköy yerleşimine penetre edip içerlerde bir yerlerde istikamet bitecek. olay bu.

    bakın bu önemli, o dönemde bu ana arter şimdiki gibi onlarca yapıyla, bilmemkaç bakanlık binasıyla, devasa avm'lerle çevrili değildi. üniversiteler ve belli başlı bir kaç yapı dışında son derece nefes alan bir yapısı vardı. ayrıca, dümdüz ilerleyen, e5 gibi bir karayolundan bahsediyoruz. tümseği çukuru da pek az. yanı yöresi de epey boş. işte o karayoluna paralel ilerleyen, iç yerleşimlerle muhatap olmayan bir raylı sistem yapacaksınız. ne yaparsınız?

    o dönem subway olarak bilinen, yerin altından giden raylı sistem ülkeye yeni yeni girdiği için pek bir gözde, pek bir moda. kullanışlılığı, eşyanın fitratini filan düşünen yok. yahu kardeşim, ecnebi niye icat etmiş bu meredi? her yeri iskan edilmiş şehirlerin altını fare gibi oyup demir ağlarla örsünler de, ulaşım kolaylaşsın diye. sen ne yapıyorsun?

    nerden baksan 20-25 kilometrelik, dümdüz, bir tane karayoluna paralel giden raylı sistemi subway olarak tasarlıyorsun. yerleşim yerlerini dolaşa dolaşa ulaşım sağlayacak, odtü'nün kampüsünden girip beytepe'den çıkacak, oradan bilkent'e uğrayıp, çayyoluna geçecek bir sistem değil bakın. eskişehir karayolunun 5-10 metre paralelinden tıngır mıngır gidecek bir raylı sistem tahayyülü. ama yerin altına.

    hal böyle olunca bu proje bir çeşit atlantik projesi olarak tahayyül edildi. "vay amsjke adamlara bak, 20 kilometre metro yapacaklar yerin altına, istanbul'da bile yok" dendi. sonra da öyle kaldı.

    ankara'nın gülü, şehrimizin güneşi de bu metro hattının her yerel seçimden sonra tamamlanacaği palavrasını utanmadan, sıkılmadan 15 yıl boyunca pazarladı. 15 yılın ardından "paramız bitti gücümüz yetmiyor ehe mehe" diyerek projeyi ulaştırma bakanlığına devretti. ulaştırma bakanlığı da kabası bitmiş bu projeyi 2014 yılında tamamlayıp yarım yamalak da olsa hizmete hazır hale getirdi.

    tamam işte hiç yoktan iyidir, daha ne şikayet ediyorsun, sonuçta bitmiş diyenler olacak. doğru. geç de olsa bitti. ama dediğim gibi. bu metro baştan başa bir planlama faciasıdır. hayatında kendi köyü ve üç beş türkiye şehri dışında yer görmemiş, şehircilik nedir, planlama nedir, kamu yararı nedir, sosyal hizmet nedir bilmeyen adamların elinde iyice rezil edilmiştir. bu adamların eline paris metrosunu versen, 3-5 yıla kalmaz sapasağlam hatlar işlemez olur. "bu hat gereksiz yahu zaten orada otobüs hattı da var, ek sefer koyar metroyu da kapatır yüzde 32 tasarruf ederiz" diyip anasını sikerler güzelim ulaşım ağının. çünkü dünyanın en akıllı insanları bunlar. bunlardan başka herkes gerizekalı.

    kardeşim, amerika'yı baştan keşfetmenin mantığı ne? bir boktan anlamıyorsan 150 yıldır bu işi yapan ecnebiden örnek al. senin memleketinin modernliği, milliyetçiliği, anayasası komple batıdan devşirmeyken, ulaşım sistemini milli bir kafada, bilmeden etmeden, planlayıp programlamadan yapmandaki motivasyonun nedir? bana açıklayabilir misin bunu? açıklayamazsın.

    2014 başı gibi metro açıldı demiştik. cicilerimizi giydik, parfümlerimizi sıktık gittik.

    -platformlar 6 vagonluk trenler için standart olarak tasarlanmışken, üç vagonluk araba bizi karşıladı. bu deneme içindir, prototiptir, bir süre sonra 6 vagona dönüş yaparlar dedik. metro açılalı 2 yıla yakın bir süre oldu. elbette hiçbir şey değişmedi.

    -yani şöyle, onbeşe yakın durak inşa edilmiş. hepsi de 6 vagonluk istasyonlar. ama bu götüm gibi 3 vagonlu trenler sayesinde istasyonların yarısı boş ve işlevsiz. boş duran kısımlara şerit çekmişler. sik gibi direkler ve aralarına gerilmiş naylon şeritler duruyor. bütün istasyonlar boyunca. inanılmaz bir şey.

    -trene gelince. çin üretimi uyduruk bir taşıt. batıkent hattındaki kanada üretimi bombardier'in, ankaray'ın, istanbul'daki hiçbir metronun yanına yaklaşamaz. muhtemelen ihalenin en ucuz seçeneği değerlendirilmiş. iki kapı arası enlemesine 7 oturak var. çinli kardeşlerimiz bu oturaklara eminim çok rahat sığıyordur ama, ortalama türk insanının bu oturaklara oturabilmesi mümkün değil.

    -o zamanlar batıkent metrosunun son seferi 00.00'deydi. çayyolu ve sincan hatları açılınca sinyalizasyon çalışmaları bahanesiyle en geç sefer 23.00'e çekildi. yani kızılay yönünden çayyolu'a giden son tren 23.00'te, çayyolu'ndan kızılay'a giden son tren ise 22.30 olarak belirlendi ve bir yıl boyunca bu şekilde devam edeceği tüm ankara halkına ilanlarla duyuruldu.

    -bu palavrayı ben ve tanıdığım ankaralıların hiçbirisi yemedi elbette. sebebini biliyorsunuz. nitekim ilk sene doldu, ikinci seneyi devriye yaklaşıyor ama seferler halen ilk günkü gibi.

    ne sefer sayısında gözle görülür bir artış
    ne seferlerin hızında gözle görülür bir artış
    ne sefer saatlerinde halkın ihtiyaçları doğrultusunda bir düzenleme
    ne de istasyonlarda bir sonraki trenin ne zaman geleceğine dair zaman bilgisi

    -ikinci yılın sonuna geldiğimiz şu günlerde- halen mevcut değil.

    evet yanlış duymadınız. yok.

    ilk gün bindiğim sefer ile, dün eve giderken bindiğim sefer arasında sayabileceğim elle tutulur hiçbir iyileştirme mevcut değil.

    durun, daha bitmedi.

    -çayyolu metrosundan önce, çayyolu ve ümitköy'ün çeşitli yerleşimlerine kızılay'dan doğrudan gerçekleştirilen otobüs seferleri, metronun açılmasıyla birlikte tek tek iptal edildi. bütün otobüs hatları, son istasyona entegre edilmiş ring seferleri haline getirildi. gerekçe olarak da "eskişehir yolu trafiğinin rahatlatılması" gösterildi.

    -yani eskiden kızılay'dan otobüse atlayıp yaşamkent'e tek vesayit gidebilen şevket amca, artık bunu yapması için önce çayyolu metrosuna binmek, son durakta indikten sonra yarım saatte bir hareket eden ring otobüsüne binmek zorunda. bakın bu seferler azaltılmadı, değiştirilmedi, başka yerlere uyarlanmadı. hepsi bir iki ay içerisinde ortadan kaldırılıp ring otobüsü haline getirildi. çift gidiş-geliş hatlar ring oldu. bu ring seferlerinin mantığından dolayı metroya ulaşmak isteyen insanlar otobüsle haybeye fazladan yolculuk etmek zorunda bırakıldı.

    -çayyolu ve ümitköy'e haritada bir nokta koyun. bu nokta yakın tüm yerleşim yerlerinde yaşayan ve toplu taşıma kullanan insanların tamamı, üç vagonlu, on dakikada bir hareket eden metro imtihanından geçmek zorunda. bundan sonra da minimum yarım saatte bir hareket eden ring seferlerine adapte olmak ve yaz kış demeden beklemek zorundalar.

    paris'te, şehir merkezinde metroyla ulaşamadığınız neredeyse tek bir nokta yoktur. buna rağmen trafikte vızır vızır otobüsler görürsünüz. neden? çünkü o da bir ihtiyaçtır. montmartre'den trocadero'ya sadece iki metro aktarması yaparak gidebilirim ama doğrudan otobüs de vardır. kimse de çıkıp "ya zaten metro var, otobüsü kaldıralım ne gerek var" diyerek insan aklına hakaret etmez. edemez.

    -mevzuyu sadece çayyolu özelinde sandıysanız yanılıyorsunuz, yanılıyoruz. nasıl mı? dünyanın en zeki, pratik çözüm uzmanı, "hallederiiiiiiiz" kafasındaki muhteşem yöneticilerin müthiş kıvrak zekaları bizimle. çok şaşırmayın ve kemerlerinizi bağlayın.

    hattın sondan üçüncü durağı olan ümitköy durağı da bir çeşit otobüs hub'ı haline getirildi. kulağa normal geliyor. ama sisteme dikkatinizi çekerim: buradaki otobüsler bu bölgeyle alakası olmayan sincan, etimesgut, elvankent gibi bölgelere gidiyor. yani ümitköy ve çayyolu sakinlerinin yanında, bu saydığım yerleşimlerin hacmi de tamamen çayyolu metrosuna ihale edilmiş durumda. yok yahu, kalabalığı geçtim. halk sahile akın etti, vatandaş denize giremiyor elitizmi yapacak değilim. sincan, elvankent bölgesinde oturan insanlar bu müthiş dahiyane planlama sayesinde evlerine 1.5 saatten evvel ulaşamıyorlar. çünkü evlerine ulaşabilmek için şehrin alakasız bir noktasına gidip oradan otobüs aktarması yapmak mecburiyetindeler. kazulet gibi beş şeritli ankara-eskişehir karayolunun kenarında otobüs bekleyen yüzlerce insan. oraya yanaşan otobüslerin zaten ümitköy köprüsü sayesinde felç olan trafik akışını neredeyse tek şeride indirmesi de işin tuzu biberi. hatırlarsanız birileri eskişehir yolu trafiğini rahatlatıyordu. arkadaşlar konuşmuş geçen, gerçekten acayip rahatmış. herkese selamı var.

    bir seferde aklımdan geçenleri pek de üzerine düşünmeden aktarınca bunlar çıktı. aklıma gelen diğer skandalları zamanla eklerim. ama şunu bilin ki, insanlar çayyolu metrosundan hiç memnun değil. bütün bunların yaında, vagonlara yerleştirilmiş ekranlardan bağlum'a yapılmış çocuk parkının, kazan meydanına konulmuş saat kulesinin reklamlarına maruz kalıyorlar.

    insanların hayatını gerçekten kolaylaştırmak için çalışmak yerine, yalnızca icraat yapmış olmak için bir şeyler yapan her bir makam sahibinin allah bin belasını versin. 2016 yılında hala "asfaltınız hayırlı olsun" pankartı asmaktan gocunmayan adamların kafasında metronun nasıl planlanıp uygulandığına dair bir zihin mesaisi beklemek kadar büyük bir hayalperestlik yok ama, insan bekliyor işte. dümdüz bir şehirde, 3 tane kıytırık metro hattını 15 senede yarım yamalak yapan, bir türlü tamamlayamayan bir belediyecilik anlayışının 20 yıldır koltuğunu kaybetmemesi de bir başka tartışmanın konusu. onu da sonra konuşuruz.

    (bkz: türkiye'de yaşamaktan nefret etme sebepleri)

  • 49. bir işte çalışırken iş görüşmesine gitmek

    çok normal ve olması gerekendir. iş sözleşmesi iki taraflıdır ve bunun evlilik sözleşmesi ile karıştırılmaması gerekir.

    özel durumlar dışında kişi daha az çaresiz olacağından görüşme daha sağlıklı bir zeminde yapılacaktır. ne iş olsa yaparım moduna giren bir kişi ve bunu fırsat olarak kullanan işverenin birlikteliği ilerleyen zamanda kesin çatırdar zaten.

    kendi çapında bir yöneticiyim ve bana bağlı kişilerin iş görüşmesi yapmasından zerre rahatsızlık duymam. hatta isterlerse beni referanslarına yazabileceklerini de söylemişimdir hep.

    bir patron veya yönetici dolu olan bir pozisyona yeni eleman almak için önce çalışanını çıkartıp iş görüşmelerine daha sonra başlamaz. bu ne kadar normalse bir çalışanın iş görüşmesi yapması o kadar normaldir. zaten o işverenin görüştüğü kişilerin çoğu bir yerlerde çalışıyor.

    bir şekilde çalışanlarının iş görüşmesi yaptığını öğrenip işten çıkarttıklarını anlatmışlar. yapmayın. bu herkesin hakkı.

    eğer çalışanınız iş arıyorsa büyük ihtimalle mutsuzdur. mutsuzluğun çeşitli sebepleri olabilir. maaş konusu bunlardan sadece bir tanesi. ve inanın en önemlisi değil. o kişiyle uzun süre çalışmak istiyorsanız mutlu olmasını sağlayın. aksi halde her yeni gelene iş öğretmekle uğraşır durursunuz.

  • 50. annenin whatsapp kullanması

    10 kasım sabahı aile whatsapp grubuna böyle bir şey yazmışlığı var.seviyorum seni deli kadın.
    http://i.hizliresim.com/8ddoqa.png