Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. 20th century fox'un ezel senaryosunu satın alması

    (bkz: ramirez dayı)

  • 2. başkanlık sistemine desteğin %53.5'e yükselmesi

    geçende suriyeli bir elemanla konuşuyorduk, şöyle dedi: "bizim kaderimiz ortak gibi görünüyor, bizde de eğitimli, kafası çalışan küçük bir nüfus vardı ama olanları engellemeye yetmedi, en büyük bedeli ödeyenlerden biri de biz olduk." sanırım bu kadarı yeterli.

  • 3. amazon.com

    bilenler bilir, bu amazondaki müşteri memnuniyeti anlayışının aynısı logitech'de de vardı. adamlara "şu benim alet bozuldu galiba yeaa" diye mail atıyordun. fotoğrafını çek bize gönder diyorlardı. sonra adresine aynısının sıfırını gönderiyorlardı hollandadan. benim g19 klavyenin renkli ekranı bozuldu. yurtdışındayken aldığım için türkiyedeki distrübütör "biz bakmıyoz, belediye baksın" deyince aramıştım adamları. işte "böyle böyle, ingilterede yaşarken almıştım, burdaki yetkiliniz ilgilenmedi" dedim, adamlar bir özür bir özür. hemen adres verin dediler. 6 gün sonra ups kargo ile yenisi geldi (satın alsan o kadar hızlı gelmiyor). eskisini napcam diye sordum, o da sizde kalsın dediler.

    neyse, işte bu iyi niyeti dh ölücüsü baya bir grup orospu çocuğu acayip suistimal ettiler. hatta birisi olayın bokunu çıkarmış. logitech z-5500 ses sistemi alan birinden faturasını istemiş, "sana lazım olmaz" diye. o faturayla 5 ayrı hesap aracılığıyla 5 kere bozuk bu deyip yenisi getirtmiş. bilen bilir öküz gibi kutuda gelen hayvan gibi ağır ve pahalı bir set bu. yan yana dizmiş resimlerini çekmiş onları satıyordu o. çocuğu. daha neler neler vardı böyle. hep te en pahalısı g serisinden oyuncu ekipmanlarından böyle alıp satıyorlardı. işler iyice ayyuka çıkınca logitech türkiyeye bu desteği vermeyi kesti uzunca bir süre.

    bakın görün, aynısını amazon da yapar yakında . bu anasını siktiğimin part-time dolandırıcıları yüzünden. gittigidiyor, hepsiburada müstehak bizim ülkeye.

    edit: daha 5-6 ay önce gene birisi bir sürü logitech g-930 kulaklık almış amazon kampanyasından haksız yere. üst üstüste yığıp resimlerini çekmiş, onları satıyordu.

    edit 2: bu yavşakları nitelikli dolandırıcılıktan şikayet etmenin bir oluru var mı hukukçu arkadaşlar ne diyorsunuz.

  • 4. duş alırken suyu hiç kapatmayan insan

    o sıcak - soğuk kombinasyonunu ayarlayana kadar neler çektiğini anlayamazsınız.

  • 5. 7 aralık 2015 tacikistan depremi

    değerli sözlükçülere, vakit kaybetmemeleri için başlıktaki her şeyi özetliyorum,

    1) tüm dünya söyleyeceklerini merakla bekliyormuş veya çok önemli bir şey söylüyormuş gibi "umarım can kaybı çok olmaz :((" diyen tipitipler gelecek. hatta gelmişler bile. hoşgeldiniz arkadaşlar, biz de "tüh be herkes ölmemiş amk" diye üzülüyorduk zaten. sağolun.

    2) espriciler gelecek. muhtemelen kapasiteleri en fazla "beylikdüzü'nden hissedilmemiştir" yazmaya yetecek. istedikleri kadar favori ve şukela alamayıp üzülecekler.

    3) duyar timi, bir üstteki grubun tepesine binecek. yaşanan trajedinin önemine dair dokunaklı ve bol küfürlü cümleler yazıp, espricileri terbiyesizlik ve orospu çocukluğuyla suçlayacaklar. timde ayak işlerine bakan stajyerler ise çarşaf çarşaf yazmayıp sadece "böyle bir olayda bile espri kasmaya çalışanları göstermiştir!!" demekle yetinecek. duyar ve dokunak kısmını ustalara bırakacaklar.

    4) tacikistan'da tanıdığı olanlar kaygılarını dile getirecek. muhtemelen bu tacikistan veya yakınlarındaki arkadaşla ilgili tamamen alakasız anılar, sözlük yazarımızın ne kadar karizmatik olduğuyla ilgili birkaç cümle okuyacağız.

    5) uzmanlar gelecek, onlarsız olur mu? konu hakkında hiçbir bok bilmedikleri halde, tahminde dahi bulunmayıp şöyledir böyledir diye sallayacaklar. flightradar24'te uçuş izleyip, pegasus pilotunun cezalandırılması gerektiğine inanan bir herif vardı mesela. onun gibi tipler işte. bunlar olmadan olmaz.

    6) birkaç tane terbiyesiz orospu çocuğu, burası sanki bilgi platformuymuş gibi, hiç utanmadan gelip espri falan kasmadan doğru bulduğu veya resmi kaynaklardan edindiği bilgileri paylaşacak. komiklik yapmayacak, birilerine sövmeyecek, sadece ve sadece depremle ilgili yazacak. şerefsiz ya.

  • 6. 7 aralık 2015 azerbaycan'ın ermenistan'ı vurması

    (bkz: bir millet iki diego)

  • 7. maymunla tekme tokat kavga etmek

    görüntülerden anladığım kadarıyla, maymun adamın motosikletinin üzerine çıkıyor, adam önce sözlü tacizle indirmeye çalışıyor, inmeyince bir şeyler fırlatıyor insin diye, sonra maymun adama dalıyor. adamda karşılık veriyor.

    ulan oto boka duyar kasmayın be arkadaş, tamam bende hayvan severim ama, bir hayvan bana saldırdığında kendimi korurum. görüntülerde önce maymun adama saldırıyor. adam ne yapacaktı ya benden 60 kilo eksiği var diye bırakacak mıydı kendini, maymun ne yaparsa yapsın... görüntülerden anladığım kadarıyla insan haklı beyler dağılın.

    düzeltme: yazım hataları.

    kusura bakma maymun kardeş sen haksızsın...

  • 8. azerilerin doğalgaza yüzde 40 indirim yapması

    "türkiye-azerbaycan nakliye bedellerinin toplamında yüzde 40 indirim yapıldı. o da en yakın zamanda uygulanacak. vize ile ilgili problemler vardı, onlar da düzelecek. geçiş ücretlerinin yüzde 40'ı bu haftadan itibaren başlayacak diye tahmin ediyorum. azerbaycan ile aramızdaki tercihli ticaret anlaşması sayın başbakanımızın isteği ve sayın cumhurbaşkanımızın talimatıyla inşallah hızlandırılacak"

    bu sözlerden doğalgazda yüzde 40 indirim yapıldığını nasıl anladınız lan oğlum bak yalan söylemeyin.

  • 9. yatakta çıkardığın sesleri sınıfta çıkarma

    o değil de "yaptım" demek ile yatakta çıkarılan sesler arasındaki bağlantıyı bulamadım; ben mi sıkıntılıyım ya la?

  • 10. dünyanın en güzel hayvanı

    kuşlar arasından mandarin ördeği denen canlı kişisel favorimdir.

    https://www.google.com/…bwcqsaqihw&biw=1366&bih=643

    insan bunun plastikten yapıldığını düşünebilir rahatça

  • 11. beşiktaş'ın 1685 gündür galatasaray'ı yenememesi

    son 10 macin 7'sini galatasaray kazandi, 3'u berabere bitti. son 5 macin tamamini galatasaray kazandi. (bkz: silindir gibi ezmek)

  • 12. mossad'ın yeni başkanı

    şimdi de kendini öldürüp kendi yerine geçmiş ve zirvede bırakmış efsane.

  • 13. kaya tuzunda plutonyum tespit edilmesi

    plutonyum dogada bulunmaz. ayrica inanilmaz derecede degerlidir. akliniz almaz. eger kaya tuzunde plutonyum bulunmussa, ve bu kaya tuzu turkiyeden temin ediliyorsa, turkiyede gizli bir nukleer santral var demektir. bu kadar gizli olduguna gore, turkiyede atom bombasi vardir diyebiliriz. iste bu haberden çıkardığım sonuc bu.

  • 14. cem yılmaz'ın beş rus kadınla eğlenmesi

    bi de adama hiç siyasi mesaj vermiyorsun derler. al işte amk bundan iyi siyasi mesaj mı olur.

  • 15. golf'ün gaz pedalına alışmak

  • 16. kadınların orgazm olması haramdır

    kadınların kadın olmasını da haram yapın da birbirinizi sikin ondan sonra amk. trollükte bir yere kadar yani.

    zoraki edit: bir suser'ın uyarısı var. kadınları eylemin odağındaki obje olarak görmüşsün. hatta alternatif sunmuşsun diyor. hayır efenim asıl demek istediğim bu zihniyette insanların kadınların saçının teline bile dokunamaması lazım.
    edit 2: suriyeli göçmenlerden dinlediğim bir olay var. anneleri tarafından sünnet edilmiş kadınların zorla kendi kızlarını sünnet ettiğini anlatıyorlardı. yani bu zihniyette sadece erkekler değil ruhsuzlaşmış kadınlar da var

  • 17. nutella vs sarelle vs torku

    peripella

  • 18. andreas beck

    andreas beck için oldukça sığ bir düzlemde yürüyen "iyidir kötüdür,hücumcudur defans bekidir" tartışmalarını tebessümle izliyorum doğrusu.

    5 aralık cumartesi gecesi kayseri deplasmanında oynadığımız ve 1-2 galibiyetimiz ile sonuçlanan maç sonrasında beck uzatılan mikrofonlara "çok mutluyum, çünkü sarı kart almadan maçı tamamladım. galatasaray bizim için çok önemli. teknik direktörümüz görev verirse galatasaray maçında sahada olacağım." dedi. bu cümleler maç öncesinde futbolcunun kart sınırında olduğunu bildiği anlamına geliyor. kayserispor maçı boyunca her hareketinde kart ceza sınırında olduğunu kart görmemesi gerektiğini hatırladığını gösteriyor. böyle önemli bir maç öncesi beşiktaş adına çok zor geçen bir maçta defans oynayan bir futbolcu için ciddi bir zeka göstergesi olan bir hareket bence bu. bu çapta bir zekayı bir defans oyuncusunda görmek gerçekten çok zordur. transferinde emeği geçenlere teşekkür edelim.

    her ne kadar oldukça sığ bulsam da ucundan bucağından bir parça bulaşayım beck'in hücum desteği tartışmalarına. sanırım burada bir arkadaş yazmıştı beckle ilgili kahvehanede bir maç esnasında duyduğu yorumu. maçı izleyen kahve sakinlerinden biri beck için "bu da fazla alman" demiş. çok doğru. beck biraz fazla alman. geçmişte bir defans bekinden raki yarı sahada taç çizgisine yakın ayağına gelen her topu ceza sahasına ortalaması beklenirdi.çünkü çift forvetlerin ve pivot santraforların zamanıydı o zamanlar. artık rakip yarı sahadayken topu kendi takımınızda kalması çok çok daha değerli. ekstra bir pas daha denemek,topu biraz daha hızlı paslaşabilip daha fazla boş alan aramak ve rakibi hataya zorlamak çok daha elzem. beckten eski 3-5-2nin kanat bekleri performansı bekleniyor ama günümüz futbolunun gerçekleri ve beşiktaşın taktik anlayışı hiç te beckten böyle taleplerde bulunmuyor. andreas beck hemen her atakta rakip yarı sahaya bindirmesini yapıyor,pas oyununa katılıyor. onun hücum alanında doğru alanlarda olması hem hücumun genişlemesine hemde paslaşacak istasyonun artmasına neden oluyor. ama körü körüne ayağına gelen topu en az altı fizikli rakibin ve kol avantajı ile kalecinin arasında kafa topuna vurma olasılığı bulunmayan mario gomeze ortalamıyor ki bence çok doğru. o ortayı yapıp kalecinin kucağına topu teslim etmek yerine bir esktra daha pas yapıp başka bir boş alanı zorlamasına yardımcı oluyor takımın. gerektiğinde,verdiği pasın gol olacağına inandığında (mario gomeze yerden verdiği gol pasını hatırlarsınız) pasını atıyor. ona orta denmez,ancak uzun pas denir. pas yüzdesinin yüksek olması gerektiği bu yeni futbol ikliminde bence çok değerli bir oyun katkısı var beckin. defansif anlamda her an konsantre. asla ofsayt çizgisini bozduğuna yada arkasına adam kaçırdığına şahit olmuyorsunuz. yani asli işini tamamen yerine getirirken yapsa da olur yapmasa da dediğimiz işi yani hücum katkısını da çok başarıyla yerine getiriyor. kendisinden günümüz dünya futbolunun gerçeklerinden bihaber taraftarın beklentileri dani alves performansı ise beşiktaş kadrosunu da la masia çıkışlı barcelona kadrosu ile bir tutuyor demektir ki o zaman bence gerçeklikten uzak bir hayal dünyasında yaşıyor demektir o renktaşlar.

    bundesliga 1den kazandığı tecrübesi,futbol aklı ile beşiktaşa büyük katkı veren andreas beck'in istanbulda yaşamaya başladığından beri türkçe öğrenmek üzere özel ders aldığını da görmek beni hiç şaşırtmadı. gerçekten rus asıllı alman futbolcu sanırım biraz fazla alman.

  • 19. 7 aralık 2015 can dündar'ın köşe yazısı

    bizim saray

    aralık ayazı ağır demir kapının aralığından soğuk nefesini üflemeye başladı.
    alafranga tuvaletin deliği, konuştukça kötü kokular yayan bir gardiyan ağzı gibi, bu toplama kampının içinde biriken pisliği yayıyor etrafa...
    kalın beton duvarların ardından bekçi düdükleri işitiliyor; içerde florasanın biteviye ıslığı...
    soğuk.

    gündüz güneşi bile avluya uğramadan geçiyor; bina öylesine itici...
    havalandırmanın ışığı, pencerenin kahverengi parmaklılıklarında parçalanıp soluk gölgeler halinde hücremin zeminine vuruyor.
    asık suratlı çıplak duvar, sarışın bir kuyu sanki...
    duyduğu tüm sesleri büyütüyor:
    su, çağlayan gibi çınlıyor; kapı çarpması, gök gürültüsü...
    yalnızlık da çoğalıyor o kuyuda, özlem de...
    umudu yitirirsen, kapana kıstırılmış bir sıçan gibi içine kapanıp orada ufalanman işten bile değil...
    hele adaletsizliğin tesellisini imanda arayanlardan değilsen...
    iyi ki hayal kurmayı öğretmişsin kendine...
    havalandırma lambasından ay ışığı, florasan ıslığından yavuklu soluğu yapmayı biliyorsun.
    ayazı, kokuyu, tecridi unutup semada aniden peydahlanan kuş sürüsüyle kanat çırpabiliyorsun.
    ve üşüdüğünde haklılığınla ısınabiliyorsun.
    asıl saray burası işte... içinde haram yok.
    odalar küçük, yürekler büyük...

    gündüz

    değerli yalnızlık

    sabah 08.00...

    hücremin gri hoparlörü her sabahki buyurgan sesiyle haykırıyor:
    “tutuklu ve hükümlülerin dikkatine... sabah sayımı yapılacaktır, sayım düzeni alınız.”
    bu, silivri’nin geleneksel kalk borusu...
    az sonra bir infaz koruma mangası gelip kaçıp kaçmadığımı kontrol ediyor. gayet kibarlar... avluya açılan kapıyı açıp “allah kurtarsın” diyerek gidiyorlar.
    şimdi oda büyüklüğündeki havalandırmada, 9 adıma 5 adımlık gökyüzünün altında volta atabilirsin.
    tabii yine tek başına...

    ***

    yıllar önce “yalnızlığa alışmalı” diye bir yazı yazmıştım. ondan beridir alıştırdım kendimi, yalnızlığı severim. ama buradaki, tecrit; hem de ağır bir tecrit...

    24 saat hücremizde tek başımızayız.
    erdem, hemen yanımdaki hücrede yatıyor. kapısı kol mesafesinde.. ama görüşmemiz yasak. tecrit o kadar sıkı ki avukat görüşüne giderken bile, karşılaşmayalım diye önce birimizi içeri alıp sonra diğerimizi götürüyorlar.
    dar koridora açılan demir kapının üstünde cep telefonu büyüklüğünde bir gözetleme deliği var. ayak parmaklarının üzerinde yükselip birkaç saniye el sallamak mümkün oluyor ancak...
    gardiyanlarımız ve avukatlarımız dışında kimseyi görmememiz isteniyor anlaşılan. peşinen cezalandırma...
    okuduğum tutsak hatıralarını geçiriyorum aklımdan: hiçbirinde böyle ağır bir tecritten bahsedildiğini hatırlamıyorum.
    belki guantanamo’da vardır.

    ***

    vakit bol ya; falımı okudum sabah:
    “sosyal ortamlara gireceksiniz” diyor. “değişik organizasyonlar devrede” olacakmış. “farklı arkadaş grupları hayata bakış açımı genişletecek”miş.
    bunu okurken demir kapının göğüs hizasındaki bölmesi açılıyor. sevimli bir görevli “ekmek” diye sesleniyor. bir ekmek geçecek büyüklükteki bölmeye eğilerek giriyorum “sosyal ortamlara”...
    hayata bambaşka bir açıdan bakıyorum.

    15 yıl önce f-tipi cezaevleri inşa edilirken ölüm orucuna yatan devrimci tutsakları anımsıyorum. bir grup aydınla birlikte bayrampaşa’ya arabuluculuğa gitmiştik. son nefesini vermeye hazırlananları yaşamaya ikna etme derdindeydik. kalabalık koğuşlarda kalıyorlardı. devlet onları 1-3 kişilik hücrelerde tutmak istiyordu. direniyorlardı. “tecrit, yaşarken ölmektir” diyorlardı.

    o direniş, katliamla bastırıldı. ve tecrit zindanları açıldı.
    insana dokunmanın, toprağa basmanın, yorgana sarılmanın yasak olduğu tutsakların çıplak pencerelerden sürekli gözetim altında tutulduğu bu toplama kampının beton duvarlarında o direnişin sloganı kazılı adeta:
    “tecrit ölümdür!”

    ***

    fakat neyse ki üç kadim dost refakat ediyor bana yalnızlığımda:
    tanışma sırasıyla, kalem, kitap ve televizyon...
    yazıyor, okuyor, izliyorsun.
    sabah gazeteler geliyor; dost kalemlerin satırları su serpiyor yüzüne, yüreğine...
    ekranda, sevdiklerin seni savunuyor; coşuyor, avunuyorsun.
    yürekli milletvekilleri, cesur avukatlar gelip koluna giriyor. diriliyorsun.
    dışarıda (bkz: umut nöbeti)nde yoldaşların var;
    sıcaklıkları vuruyor zindana, ısınıyorsun.

    kapalı görüş günü eşin, oğlun, kalın camın ardından gururlu gözlerle bakıyor, umudun dilinde konuşuyor; tuzla buz oluyor cam, hasretin hararetinden; canlanıyorsun.
    ve ekmeğin geldiği bölme yeniden açıldığında “can dündar”... mektubun var” müjdesini işitiyorsun.
    yok, telefon faturası filan değil... mektupsuz geçmiş yılların acısını çıkarırcasına, onlarca mektup yığılıyor odaya... onlarca sarıyor, kucaklıyor, öpüyor seni...
    her gelen dost, yazılan her satır, her konuşan dil, aynı sırrı fısıldıyor:

    yalnız değilsin.

    soğuk tecrit, sevginin harında eriyor.

    “işte” diyorsun; “işte.. asıl bu, değerli yalnızlık...”

    http://www.cumhuriyet.com.tr/…3995/bizim_saray.html

  • 20. üçüncü dünya savaşındaki olası taraflar

    biraz sonra moderasyon sabaşmak hatasını düzeltecek ve hepinizin entrysi alakasızca, göt gibi ortada kalacak.

    edit: düzeltildi.
    evet komikler, sabaşın bakalım.

  • 21. sokak köpeğini tecavüz ederek öldürmek

    biliyorum hepiniz boş zamanlarınızda huzur evleri, yetimhane ziyaretlerinden kendinize bile vakit bulamayacak kadar şahsiyet sahibi insanlarsınız. o yüzden sokakta aç insanlar dururken hayvanların yardımına koşanları aşağılıyorsunuz. ben yine de konuyla alakalı çözümün ne olduğuna dair birkaç öneride bulunayım.

    ayda iki kez düzenli olarak barınak ziyareti yapın. evinizde kullanmadığınız battaniye, eski gazete varsa azdır işe yaramaz demeyin, götürün. kışları çok soğuk oluyor, yeni doğmuş köpeklerin altına seriyoruz. bütçeniz yettiğince makarna, kuru ekmek, süt alın. çok işimize yarıyor. kuru mama yardımı yapın. rahat edemiyorsanız gidin ellerinizle dökün. barınakların şartları ne kadar iyileştirilirse, o kadar çok başıboş hayvana hizmet verebilecek hale geliyor. ve bu hayvanlar, sokaktaki yırtıcı insanlardan daha korunaklı ortamlarda yaşama şansı buluyorlar.

    hiçbir şey yapamıyorsanız sokağınızda yaşayan hayvanların kısırlaştırılması için belediyelerden yardım isteyin. kapınızın önüne koyacağınız mama, su onlar için hayat kurtarıcı olabiliyor. asıl kötülüğü susarak, onları gözardı ederek yaptığınızı unutmayın. onlar dertlerini anlatamıyor, konuşamıyor. adım başı ağaç kesip avm ve iğrenç binalar diktiğiniz ve onlara yaşam alanı bırakmadığınız her an, biraz daha yardıma ve nefes alacak alana ihtiyaç duyduklarını göz önünde bulundurun.

    bakın yılbaşı, sevgililer günü filan kapıda. sevdiklerinize bir malmış gibi pet shoplardan hediye niyetine hayvan satın almayın. 2 ay sonra sıkılınca kürkü var nasılsa üşümez, hayvan bu yaşar diye sokağa saldığınız o hayvanların, sokakta tecavüze uğrayıp başları kesildiğinde, 'niçin böyle oluyor' demenizi nefretle karşılıyorum. hayvan besleyenleriniz, hayvan satışı yapan pet shoplardan değil mama, çöp bile satın almasın. almasın ki hayvan ticareti yapan bu mekanlar kepenk kapatsın.

    su parkları, hayvanat bahçesi gibi yerlere ne kendiniz gidin, ne çocuklarınızı götürün. esaret altında tutulan bu zavallı hayvanların sizin eğlencenize sunulmuş birer meta haline getirilmesini ne kendi gözünüzde, ne gelecek nesilin zihninde normalleştirmeyin.

    siyasi görüşünüz ne olursa olsun, herhangi bir barınakta veya sokak arasında bir hayvana yönelik bir şiddet eylemi gördüğünüzde, bunu sosyal medya araçlarıyla yaymaktan çekinmeyin. sorumluluk alın. aldığınız bu sorumluluk bazen o bölgedeki şartların iyileşmesine zannettiğinizden daha büyük katkılar yapabiliyor unutmayın.

    içinde yaşadığımız dünyayı kötüleştiren çok fazla insan var evet. fakat oturduğumuz yerden bu insanlara küfretmek bir şeyleri iyileştirmiyor. siz iyileştirenlerin yanında saf tutun ki üç doğru bir yanlışı götürsün. allah'ın odin'in zeus'un adını verdim artık azınlık olmaktan kustuk zira.

  • 22. istanbul'a göçeceklere tavsiyeler

    toplu taşıma dizilişi ve korunma yöntemleri, önemli tavsiyelerin başında gelir.

    yenikapı-havalimanı metrosunda 80-90 cm boruya tutturulmuş 5 adet tutacak mevcuttur...

    kadir abimiz 1 metreye 5 kişiyi yan yana düşünmemiştir. tren olmasın diye şimdi size dizilişi anlatıyorum:

    dizilişimiz arapça gibi sağdan sola doğru olacak.
    en sağdaki uzun direğe 1 numaralı arkadaş sırtını yaslıyor, 1 numaralı tutacağı tutuyor.
    2 numara, 1 numarayla göz göze gelecek şekilde yanaşıyor, 2 numaralı tutacağı tutuyor. (herkes kendi tutacağını tutacak)
    3 numara, 2 numaranın sırtına sırtını yaslıyor.
    4 numara, 3 numarayla göz göze gelecek şekilde yanaşıyor.
    5 numara, 4 numaranın sırtına sırtını yaslıyor.. (sıralamayı karıştırırsanız 5 numaranın götü açıkta kalır)

    bu da metrobüsümüz...

    metrobüs kuyruğu ve seyahatı için titanyumdan korumalık yaptırıp, donumuzun üstünden doğru korumalığımızı takıp olası tehlikeleri bertaraf ediyoruz.

    metrodan inenlere öncelik verebileceğimiz en yakın tarih 2200-2230 arası olarak tahmin edilmektedir. bu yüzden kasmaya gerek yok, kapılar açılır açılmaz dalın gitsin..

    hepsi bu..

  • 23. ilber ortaylı'nın sinir krizi geçirmesi

    vahim olay.
    içinde bulunduğumuz durumu hala geyiğe vuran gerizekalıları gördükçe ilber hoca'ya hak vermemek mümkün değil. adam bu malları düşünüp de sinir krizi geçirdi muhtemelen.
    gençlik gençlik değil ki amk. biri açmış periscope'u götünü başını gösteriyor, diğerleri iki meme görmek için gözleri kan çanağına dönmüş bekleşiyor. lan bir savaş olursa bunlarla mı savaşacak bu ülke?

  • 24. cinemaximum'larda reklamları protesto kampanyası

    2 senedir katılmakta olduğum kampanya.

    yıl 2013. uzun bir süreden sonra misafir eğleştirmek için gittik bu lanet zincirin sinema salonuna. altı kişinin parasını bayılıp kurulduk koltuklara. mekan istinye park büyük salon, tıklım tıklım. sosyalleşmişiz misafirler falan yarım saat reklam kısmına sinir bozmadan katlandık.

    sonunda film başladı... da o ne?.. görüntü net değil ! sağa sola baktım huysuzlanan var mı diye. yok.. koca salonda tık yok. mısıra gömmüş herkes kendini. bi biz eşimle hayret dolu gözlerle bakıyoruz birbirimize. yok artık düzelir birazdan herhalde falan derken yanımdaki adamın telefonu çalmaya başladı. eleman panik içinde telefonunu bulmaya çalışırken "insanlık hali bakma da utanmasın" dedim içimden. neyse uzun bir aramadan sonra buldu, bulduğu anda da sustu telefon. karşı taraf kapatmıştı belli ki. neyse şu flu filme döneyim derken eleman ne yapsa inanırsın?... geri aradı ! valla bildiğin geri aradı ve başladı muhabbete. yok artık deyip hışımla döndüm " hişş sinemadayız arkadaşım!! farkında mısın?" dedim. çok utandı herhalde ki eliyle ağzını kapatarak konuşmaya biraz daha devam etti.. sonra kapattı.

    bu arada fılmin on dakikası geçti, görüntüde değişiklik yok. taktım kafaya ya filme de konsantre olamıyorum. üşenmedim kalktım ona buna özür falan çıktım dışarı. birini yakaladım anlattım derdimi. "tamam ben görevliye ileteyim" dedi, iyi bari deyip tekrar özür pardon, yerleştim yerime... sonra ne mi oldu ? hiç bir şey. salondaki yaklaşık 400-500 kör koyunla beraber filmin ilk yarısını flu şekilde izledik.

    ara oldu, millet tuvalete mısıra ben görevliye... "yav kardeşim ayıptır ama nasıl olur amına koyim afedersiniz .." gibisinden çemkirdim biraz, hanım da yanımda. "ikinci yarı başlasın da birlikte bir bakalım beyefendi" dedi. sonra gong çaldı, siktiğimin reklamlarını bildiğimden dışarıda volta atıp yan gözle görevliyi kesmeye devam ettim kaybolmasın bi yere diye.

    uzun etmiyim ikinci yarı başladı tuttum görevliyi soktum salona tabiri caizse, "bak usta net mi bu?" dedim. cevap olarak "ya bazı kopyalar böyle geliyor. kem küm .. idare ediceniz artık.." gibisinden bişeyler geveleyip "ben yine de elimden geleni yapayım" diyerek uzadı.

    ben yine koyunların arasındaki yerimi aldım ve tabi ki.. bi bok değişmedi. ortadoğu ve balkanların en pahalı biletlerini satan bu sinema salonunda filmin ikinci yarısını da flu olarak izledik.

    çıkışta hanımla beraber sağa sola biraz çemkirsek de bu kadar koyunun olduğu yerde bi bok olmayacağını bildiğimizden keyfimizi daha fazla kaçırmamak için uzatmadık, eve döndük. daha da cinemaximum'a gitmedik.

    edit: (#56784463) sevgili lavuk. benim ve eşimin işi bu. film siktörü. gözler hala sağlam anlayacağın. evde projeksiyon perde mediatank mısır vs. ne istersen var. para bok diyebilirsin yani bir nevi*. o parayı da bu gözlerle, hakkını vererek işimizi iyi yaptığımız için kazanıyoruz. buraya da bu bok gibi para kazanan ama işini siklemeyen, müşterisine koyun sürüsü muamelesi yapanlar işini iyi yapsın diye yazıyoruz, senin gibi koyunların hakkını savunmaya, farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. hadi canım, şimdi git başka yerde komiklik yap. sinemaya girerken de telefonunu kapat..

  • 25. ne kadar uyursa uyusun uykusuz uyanan insan

    benim bu. erken de yatsam aynı bok, geç saatlerde yatsam da aynı bok. geçen gün akşam 6 civarlarında iki saat uyuyayım, sonra kalkar işime gücüme bakarım dedim, ertesi sabah 7'ye kadar uyudum ama yine uykusuzum. uyumak, dünyanın en güzel şeyi. uyanmak ise saat kaç olursa olsun orospu çocuğu.

  • 26. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    zipf kanunu.

    türkçe dahil test edildiği her yazılı metinde işlediği görülmüş bir kelime kullanım sıklığı kuralı. zaman içinde bunun da ötesine geçerek biyolojinin hatta evrenimizin fizik kurallarının bir gereği olarak hayatın her alanında da işlediği görülmüştür.

    şimdi önce basitçe ne olduğunu ve neden olduğunu anlatmaya çalışalım. 1930'da amerika'da harvard üniversitesi'nde dilbilim profesörü olan george kingsley zipf ingilizcede en sık kullanılanılan kelimelerin bir istatistik çalışmasını yapıyor. ortaya çıkan veriyi işlediğinde her kelimenin kullanım sıklığının kullanım sırasıyla oranlı olduğunu keşfediyor.

    yani örneklersek türkçede en sık kullanılan kelimeler ve kullanım oranları şunlar;

    1. [ bir ] oran: % 3,348
    2. [ ve ] oran: % 2,319
    3. [ bu ] oran: % 1,353
    4. [ de ] oran: % 0,794
    5. [ da ] oran: % 0,757
    6. [ için ] oran: % 0,670
    7. [ daha ] oran: % 0,524
    8. [ ama ] oran: % 0,520
    9. [ o ] oran: % 0,515
    10. [ gibi ] oran: % 0,496

    kelimelerin herhangi bir kitapta kaç kez geçtiğinin istatistiki çalışmasını yaparsak da ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor. kitaptaki her kelime kullanım sıklığı ile oranlı olarak diziliyor. yani ikinci sıradaki kelime birinci sıradakinin yarısı kadar kullanılmış oluyor. üçüncü sıradaki kelime birinci sıradakinin üçte biri kadar kullanılmış oluyor. dördüncü sıradaki kelime birinci sıradakinin bir bölü dördü kadar kullanılmış oluyor ve bu böyle devam ediyor.

    buradan ortaya şu çıkıyor ki tüm kelimelerin en sık kullanılan %20lik kesimi günlük ihtiyacımızın %80'ini karşılıyor. bu oran başka alanlarda da çok sık rastlanan bir doğal eğilim. aynı oranı şehir yoğunluklarında, site trafik verilerinde, yemek tariflerinde kullanılan malzemelerde ve daha binerce veride buluyoruz.

    bu öylesine sağlam bir kural ki şu an dünyadaki her dilde yazılmış her kitapta uygulanabildiği görülüyor. öyle ki henüz çevirisini yapamadığımız antik dillerde bile çalışıyor.

    aslında bunun nedeni kesin olarak bilinmiyor ancak hakkında yazılan makalelerde çeşitli olasılıklara değinilmiş durumda. ben bunlardan en ilgimi çeken kısmına değineceğim burada. bu açıklamaya göre insan evrim sırasında özgür biçimde yaptığı seçimleri içgüdüsel olarak güvenli sağlam %20 lik kesimde odaklamanın doğal seçilimde yararını görmüş ve bu veriyi aktarmış.

    öte yandan kümülatif etkili seçimlerde kartopu etkisi de mevcut. yani eğer bir kelime pozitif ayrıma bir nedenle uğradıysa, mesela bu neden kelimenin kısa olması olabilir, o zaman daha da sık kullanılmaya başlıyor.

    biz insanlar tamamen özgür olarak seçim yaptığımızda bile doğamızın ve içgüdülerimizin etkisi altında "şey"leri zipf kanununa göre sıralıyoruz. böylece aslında bir şeyin insan müdahalesi ile şekillendirilip şekillendirilmediğini de yine bu kanunla belirleyebiliyoruz.

    mesela elimize donkişot kitabını alıp kullanılan kelimeleri sıralarsak yazan bir insan olduğu için kelimeler zipf kanununa göre bir grafik çiziyorlar. mesele belirli bir konuda yazılan akademik makaleleri de sıralarsak yine aynı grafiği çiziyorlar. mesela incili alıp sıralarsak yine zipf kanunu ortaya çıkıyor.

    çünkü insan evrende yaşıyor ve evren fizik kanunlarına göre işliyor. bu tek başına neden böyle davranıyoruzu açıklamaya yetmiyor ancak insanın özgürlük algısının ve karar verme mekanizmasının narinliğini gözler önüne seriyor.

    kaynaklar
    vsauce
    wiki1
    wiki2
    wiki3

    türkçe makale (zipf kanununun türkçe üzerinde değerlendirilmesi.)
    makale1
    makale2

    not:
    türkçe değerlendirme makalesinde kullanılan veri paketinin hata oranına yol açtığı da belirtilmiş. şerh koymuş olmak için eklemek istedim. makaleden mevzu bahis kısmı aynen kopyalıyorum;

    "çalışma sonucunda elde edilen değerlerin kesin bir ayrımı simgeleyemeyeceği ancak olası ayrım noktalarındaki b değerlerinin ingilizce’de (kornai, 2002) elde edilen sonuçlarla benzer olduğu görülmüştür. üç farklı test derlemi için elde edilen sonuçların birbirinden farklı olması derlemlerin dili modellemekte yetersiz olduğu görüşünü desteklemektedir. ileriki çalışmalarda kelime sayısı yüksek ve konu dağılımı dengeli bir derlemde araştırma yinelenecektir."

  • 27. şu an yerine şuan yazan sığır

    (bkz: entry nick uyumu)

  • 28. manisaspor taraftarının efsanevi geri vitesi

    resmen age of oynar gibi hissettim.

    ameleleri sec
    onden yolla
    ctrl + 1
    1
    geriye kostur
    acik alanda ordu duzeni al
    en son herkes kafasina gore takilsin.

  • 29. kadınlardan erkeklere tavsiyeler

    afedersiniz götüm gibi tavsiyelerdir.

    yok kadına değer verirseniz o sizi kalbinin orta yerine dikermiş, yok uğramalık gözle bakarsanız o da size uğramalık bakarmış falan hikaye.

    hiç mi çevrenize bakmıyorsunuz sayın bayanlar?

    bir erkeğe tapmanız için onun sizi siklememesi gerekiyor. hep elde edemediklerinizin peşin den koşuyorsunuz. sizi gerçekten seven, ilgilenen, şımartan tiplerden bunalıyorsunuz.

    tüm bunlara rağmen erkeğin hayatının merkezinde olunca sizin çok seveceğinizi zannetmenizin sebebi şu; sizi siklemeyen erkeklerin hayatının merkezinde olduğunu hayal ediyorsunuz. gece yatarken bunu düşünüyorsunuz. bana değer verse, evinin kadını yapsa ne biçim de müthiş olur ben de onu daha çok severim diye içinizden geçiyor.

    sonra bunu genelleyip gelip buraya kadına değer verin zart zurt yazıyorsunuz.

    yapmayın.

  • 30. kızlardaki master ve doktora yapma merakı

    "yapın kızlar yapın

    millet ne meraklıymış lan beş para etmez hocaların kahrını çekmeye."

    beş para etmez kocaların kahrını çekeceklerine, hocaların kahrını çeksinler. yapın kızlar yapın!

  • 31. gok yeleli bozkurt

    eski ülkücü-yeni akp'li, fenerbahçeli ve abd'de yaşayan muhafazakar yahudi olarak edinmek istediğim kitaptır.

  • 32. 2016 yılında haftada bir sinemaya gitmek

    kimseyi de rencide etmek istemediğimden başlığı nası açıcağımı bulamadım, böyle bir şey çıktı affedin artık.

    mantıksızdır. sizi bundan kurtarıcam.

    günlerdir büyük sinemalara geçirilen entrylerin şükelaya boğulmasının sebebi belli, firmalar indirdim yapsın diye kamuoyu oluşturmaya çalışıyorsunuz. sadece 2 kişi sinemaya gitmenin bedeli aburcubur ve yol masrafı hariç 50 lira. bir şeyler atıştırsan 100'e rahat çıkar değil mi? çıkar evet.
    iki haftada bir gitsen hiçbir şey yemeden içmeden sadece 1 yılda 1200 lirayı bırakıyorsun arkadaşlara... (başlığı öyle açtım ama haftada bir gittiğinizi düşünemiyorum bile)

    "e ne yapacaz!?"

    üç beş kuruş daha verip (kredi kartına 1413 taksitle) sonsuz huzura ericez.
    yürüyün led projeksiyon alıyoz!
    şunu direkt öneririm, hastasıyız ailecek. kabaca şunlara da göz gezdirin.
    http://www.lg.com/tr/projektor/lg-pw800g
    http://www.lg.com/tr/projektor/lg-pa70g
    700-800 lümen led cihazların ortalama fiyatları 1500-1700 arasında. herrr türlü yeter, benimki 500 lmn mesela ve yetiyor. odayı karartıyoruz, mis mis mis. 2 yıldır sinemaya gitmedik lan. gerek duymuyoruz..

    "e iyi de biz de biliyoruz projeksiyon olayını heralde. bunun ses sistemi var, duvara sabitlemesi, perdesi ıvırı zıvırı var!??"

    dur lan bi yavaş yavaş. perdeye bence gerek yok ama evinizde müsait duvar yoksa şöyle bir şey her türlü işinizi görecektir. 150 tl civarında diyelim. abartalım 200 diyelim ya sizi mi kırcam! (metro market'e kesin uğrayın, ben 100 liraya 200*240 perde almıştım)

    ses sistemi olayında da bir önerim var, şuna bakın. yorumlarını falan okuduğunuz bu tip bir 2+1 speakerla işinizi çözüceksiniz. nasıl mı? kulaklarınızın dibine koyarak. koltukların sağına soluna koyuyorsun aga speakerları, koltukların arka tarafına da wooferı koyuyorsun, hem diğer katlara ses gitmiyor hem sinemada gibi hissediyorsun (%100 olmasa da %80'den fazla sinemada hissediyorsun)
    hadi 200 lira da buna diyelim. bizde creative var 80 liraya mı ne almıştık, acayip memnunuz.

    "duvara sabitlemeyi napcaz?"

    sabitlemiycez. küçücük aletler lan artık bunlar. elim kadar ya! sehpaya koyuyosun filmini izliyosun, sonra topluyosun. üşenme, arabana atlayıp (veya toplu taşıma) trafiğe çıkıp saçma sapan bi avm'ye gitmekten hem daha pratik hem daha hızlı hem daha bişeyler... elli tane sebep yazarım.

    "peki hadi yaptık bunları diyelim. sonra?"

    dur yav. daha bitmedi.
    şuraya alalım; mutfak! mısır patlatıcaz. hem de 25 lira vermene rağmen 50 gr aldığın ve kupkuru olandan değil. efsane olcak. anlatıyorum;
    büyükçe bir tencere al, içine bir çorba kaşığı ayçiçek yağı ve 2 çay bardağı cin mısır at. altını harlı yak, 15-20 sn'de bir hafiften salla tencereyi. mısırın pişme kokusu gelmeye başlayınca kapağı aç içine 2 çorba kaşığı tuz ve 1 maydanoz dalı at (maydanozları ayıkla, sadece dal. bu yağ kokusunun eve yayılmasını önlüyor çoğ enteresan).
    tencereyi sallamaya devam.
    ilk mısır patlayınca sürekli salla, son mısırın patladığını düşündüğünde 5'e kadar say. (yoksa kapağı açınca bi mısır daha patlıyo amk her yere dağılıyo).
    gocaman bi kaseye koy.

    sonra dolaba yönel.
    kola? önce buzluğu aç bardaklara buz koy.
    istersen gelsin tostlar gitsin kanepeler.

    hadi film başlıyo lan artık. git yerini al. sevdiklerine sarıl.

    iyi seyirler.

    ----------------------------------------------------
    edit: temiz bir entry olarak bırakmak istiyordum ama bazı soruları açıklayalım;

    "filmi nerden indircez hırsızlık mı yapalım!?"

    hırsızlık yapıp yapmayacağının kararını kullandığın teknolojiye göre seçmek saçma. uydu platformuna film paketi almak veya orijinal dvd almak bir seçim. bunun yerine torrentten indiriyorsan bu da seçim. kaldı ki laptopta da torrent kullanabilirsin değil mi?
    artık tüm cihazlarda hdmi var, uyduya veya bilgisayara bağlayarak kullanabilirsin. ps de oynuyorum bazen ben mesela, çoğ süper oluyo.

    "2+1 nedir laayyynnn!"

    toplayıp kaldırmak kolay olsun diye ben o şekilde kullanıyorum. 5+1 de kullanabilirsin, 1513531+1 de.
    senin elinde bu da.
    hem bütçe zorlanmasın (şimdi buraya "arkadaşlar size bi önerim var" diyip 15bin liralık sistem de koyulmaz zaten), hem de gümbür gümbür dinle.
    dediğim gibi, sesi çok açamıyorsun apartmandaysan, hoperlörleri kulağının dibine koymak işe yarıyor. yukarıdan bir kere bile şikayet gelmedi. ses sistemi olayının sonu yok, biraz da memnun olmayı istemek lazım.

    "nası sosyalleşcez hacı o zaman?"

    ya sinemada sosyalleşilmez ki be abi. gidersin filmini izler çıkarsın. eğer arkadaşlarınla gitmekten bahsediyorsan doğrudur, filmden çıkınca bir yerlere oturup filmin kritiği falan yapılabilir ama o parayla git bilardo, masa tenisi langırt falan oyna, hem film süresi kadar da ayrıca sohbet edersiniz. sinemada zaten sohbet edilemez. ayrıca gene git abi arada bir. mevzu hafta bir, iki haftada bir falan gitmek.

    "yeni filmleri napcaz?"

    sinemaya gitmeyi bırakmak zorunda değilsin ki abi. haftada bir gitme, özel filmler olur beklediğin bişeyler olur falan iki üç ayda bir gidersin gene. ne bileyim cem yılmazın sinemadaki gösterimine gitmiştik mesela, süperdi. kalabalık olunca çook daha eğlenceli olan bazı şeyler var bunu göz ardı edemem. (bak ses ve görüntüden bahsetmiyorum bile, cem yılmaz lan. alın size yeni bir bakış açısı)

    "tv aldım eve yine olmadı lan :("

    net söylüyorum; tv ile olmaz. o ışıklar kapanacak, perdeler çekilecek, karanlık ortam sağlanacak. yoksa ne filmin içine girebilirsin ne bişey. sonra yine sinemaya gitmek istersin tabi.
    ayrıca trajiklambasi şunu dedi; direkt ışığa bakmadığın için projeksiyon kullanmak tv kullanmaktan daha sağlıklı.

    "başga da başgaaa başga da başgaaa?"

    başga yok. şimdilik bu kadar. gidip o kadar para verip bi de dakikalarca reklam izlemeyin.
    ayrıca naparsanız yapın maydanoz olayına dikkat edin. maydanoz önemli.

  • 33. fenerbahçe

    sevgili ekşi sözlükteki renkdaşlarım;

    şu platformda takımınıza destek verin çünkü destek vermiyorsunuz...
    diğer takım taraftarları tıpkı yönetimlerinde olduğu gibi trollerin peşine takılıp, sözlük gündemini ülke gündemini meşgul edebilirken, sizler oturduğunuz yerden kılınzı kıpırdatmıyorsunuz.
    istediğiniz kadar kızın darılın ama kılınızı kıpırdatmıyorsunuz...
    diyeceksiniz ki belki sözlükte az kişiyiz, hayır değilsiniz çünkü böyle olmadığını defalarca gördüm.

    ancak utanın takımınıza sahip çıkmayışınıza..
    6 aralık 2015 galatasaray sk açıklaması gibi gerçek olmadığı photoshop olduğu hatta bizzat alex'in böyle bir açıklamam yok dediği rezilliği debe'de görebiliyoruz da, doğrusu defalarca yazılmış olmasına rağmen göremiyoruz.

    6 aralık 2015 gaziantepspor fenerbahçe maçı ile ilgili herkes hasan ali'nin pozisyonuyla, son dakikadaki penaltı pozisyonunu konuşurken, senin oyuncuların maç içinde defalarca dayak yerken sen dahil kimsenin sesi çıkmıyor.
    sadece antep maçı değil geçen haftaki trabzon maçında haksızlığa dur diyebilen gs'li, bjk'li taraftarların sesleri (ki teşekkürler onlara) sizden daha fazla çıktı dostlar.

    biliyorum 3 temmuz'dan bu yana çok yoruldunuz ama mücadele bitmedi devam ediyor.
    çünkü biz tarafız.

  • 34. mustafa ceceli

    baya baya adam sayılıyor.

    ilginç. para nelere kadir.

    o değil de bire gafil. madem beğenmiyorsun sözlerini söyleme. dallamalığın manası ne? sen aşık daimiden çok daha iyi mi biliyorsun?

  • 35. 2 metreden kısa erkekle sevgili olmam

    (bkz: ıssız acun kaldı mı)

  • 36. adele'in ahmet kaya'dan şarkı araklaması

    her kafadan bir sesin çıktığı bu konuyla ilgili bilir kişi olarak son noktayı koymak isterim. söze başlamadan bu entryi yazan yazarın üçü yurt dışında, üçü yurt içinde 6 konservatuvar da eğitim almış, türkiye'nin saygın konservatuvarlarında öğretim görevlisi olarak hizmet vermiş ayrıca türkiye'nin dünyaca en ünlü ve başarılı müzisyeninin yardımcısı olarak 4 yıl çalışmış olduğunu belirtmek isterim ki yazara atilla taş muamelesi yapılmasın.

    kısaca konuyu herkesin anlayacağı dilde anlatayım. ahmet kayanın şarkısı do minör tonalitede a-b-a-b şarkı formundadır. parçanın intro, midtro kısımlarında yani eserin girişinde ve ortasında b teması enstrümantal (sözsüz sadece çalgılarla yapılan icra) olarak icra edilmektedir. kafası karışanlar için b teması "aramakmış oysa sevmek diye başlayıp - sevmek diye birşey yokmuş" kısmı.

    adelle'in parçası sadece bu b teması üzerine kuruludur. adele b temasını ingilizce söyler sonra aynı temayı bir sekizli yukardan söyler yani bir oktav inceden söyler. adel parçayı do diyez minörden seslendirmektedir.

    adelle eserinde ahmet kayanın eserinin b temasını 3,50 dakika boyunca güzelce kullanmıştır. biraz form bilgisi bilen herkes bunu kolaylıkla fark edebilir. aralarındaki fark ahmet kaya do minörden, adelle ise do diyez minörden okumuştur. bu fark yarım seslik bir farktır, gitarda bir perde aşağıdan çalmış gibi düşünebilirsiniz. tonalite değişimi eserin telif durumunu etkilemez örnek verirsek tarkan'a ait bir şarkıyı ibrahim tatlıses bir perde yukardan daha tiz okudu diye parça ibo'nun olamaz.

    kimsenin bilmediği bir nokta daha var müzik kanunlarında 8 ölçüye kadar intihal, kullanma serbest. üzerine konuştuğumuz b teması sadece 8 ölçü fakat gene gözden kaçan nokta kaynak gösterilmemesi. işi bilen bir hukukcu bir kaç milyon dolarlık tazminat davası açabilir ve kazanabilir. müzik dünyası ne davalar gördü. john cage bile 4.33 isimli içerinde tek bir ses ve nota olmayan eserine telif ihlalinden dava açıp kazandı.

    son olarak daha önce defalarca yaşadığımız gibi değerli gazetecilerimiz ve habercilerimiz bu entryden datayı çalacaklar yarın gazete de kendi yazısıymış gibi yayınlayacak. adam buradan çalıp ahmet kayanın çalıntı haklarını savunacak. önce içimizdeki hırsızlıkları sonlandırırsak çok şükela olur. yazıya başlarken bari ekşi sözlük de okudum yazın.

    edit 1: fikir ve sanat eserleri kanunu'na (fsek) (nam-ı diğer "telif yasası" göre), 8 ölçüye kadar intihal serbest gibi bir hüküm bulunmuyor. hem kıta avrupası ve hem de anglo-amerikan hukukunda da böyle bir kanun / yönetmelik bulunmuyor.

    fsek'te "eğitim - haber amaçlı kısa tespitler için hak sahiplerinden izin alınmasına gerek yoktur" gibi bir madde var, bu da kültür - sanat aktivitelerinden alınan kısa ses - görüntü kayıtlarının haber bültenlerinde izin alınmadan, ama eser sahiplerine referans verilerek kullanılmasını içeriyor. teşekkürler @doktor titus

    edit 2: konu ile ilgili kısa bir araştırma yaptığınız da şunu görüyorsunuz. siz eğer başkasına ait bir müzikal motifi yada temayı kullanırsanız telif haklarından kurtulmak için bunu yeni bir şeye dönüştürmek zorundasınız. bir beste yapıp arasına 4 ölçü happy birthday, 6 ölçü beethoven 9. senfoni yerleştirip potpuri yapamıyorsunuz. özetle bu işe girişecek hukukçu bu eser türkiyenin en değerli eserlerinden birisidir diyerek, eserin özünü kaynak göstermeden yalın olarak kullanmıştır ve bundan maddi kazanç sağlamıştır diyerek yürüyecek mahkemede.

    yoğun mesajlar ardından kadansçılar için gelen edit 3: kadans diyenlere gelsin, eserlerde ki armoni ve melodiyi karıştırmamak gerekli. kimse kimseye sen benim kullandığım akorları kullanmışsın diye dava açmaz. motifler birebir aynıdır, motiflerin oluşturduğu cümleler birebir aynıdır. o zaman iddia edilirse; sen benim cümlelerimi çaldın diye, o zaman mahkemede haklar aranır. bunlar milyon dolarlık tazminat davaları. karşı taraf hiç "evet hakime hanım valla hoştu, melodiyi aldık kullandık, ohhh yakıştı da" der mi. melodiyi ayıramıyorsanız sözleri hecelere yerleştirin ordan ne kadarı aynı anlarsınız. türk pop müziğinde aynı armonik yapıda binlerce eser var hatta bazı parçaların alt yapısının birebir kullanıldığı pop eserler var ama ama sözleri ve ana melodiler değiştirmiş. başarılı yada başarısız olmuş, sanat harikasına dönüşmüş bunlar ayrı konular sapla samanı karıştırmamak gerekir.

    yeter artık elim kırılaydı da yazmasaydım sözlüğe diyerek ilhan iremciler için gelen edit 4: anlatmak istediğimi aslında ahmet kaya çok güzel uygulamış, ilham iremin temasını almış (belki duymamıştır bile, benzer düşünmüştür hemen yargılamayalım) ilk üç notası aynı sonraki notalar farklı ritmik yapıyla icra edilmiş ve müzik başka bir şeye dönüşmüş. özetle ahmet kaya çalmış denilen melodinin ritmik yapısı ve melodik yürüyüşü benzerlikler içerdiği kadar çok sayıda farklılık içermektedir. o yüzden ilhan iremden çalmış diyemeyiz, benzer diyebiliriz. başka bir örnekle anlatayım mesela ben bir dizi çekiyorum, bu dizi muhteşem yüzyılın bire bir aynısı olsun. adı da "muhteşem süleymanın yüz yılı" olsun dekorlar mecburen çok çok benzer olacak, karakter adları bire bir aynı olacak, anlatılan konu da birebir aynı olacak. (tarihi konu süleyman, hürrem ile amerikaya gitti diyerek bölüm yazamayız herhalde.) bölüm açılışları da aynı olsun. muhteşem yüzyıl senaryosunun yazılı olan cümlelerini söylemedikce yada kostüm tasarımları birebir aynı olmadıkça bu diziyi bizden çaldılar telif hakkımızı ihlal ettiler diyemezsiniz. bundan dolayı dünyada ne zaman birşeyler tutarsa, hemen benzerleri mantar gibi türer. türkiyeyi suçlamayın tüm dünya da böyle bu işler.

    daha da bu entrye gelmem editi 5: telif hakkını arayacaksan yazar burada copy paste yapmış diyebilmelisin.

  • 37. derin futbol

    varsova universitesinde anket yapilmis, turkiye'nin baskenti sorulmus %19 galatasaray demis.

    ahmet cakar: bu durum galatasarayin turkiyenin en buyuk uluslararasi futbol markasi oldugunu gosterir.

    abdulkerim durmaz: bu durum varsova universitesinde ne kadar davarin oldugunu gosterir.

    asdfg

  • 38. islamın beş şartı olduğunu kim uydurdu

    iranlı şiilere göre islamın şartları 5 değil 6'dır:

    1-namaz
    2-oruç
    3-hac
    4-zekat
    5-hums (5'te 1 vergi)
    6-cihat

    şiilere göre yine imanın şartları da sünnilikteki gibi 6 değil 5'tir:

    1-tevhid'e iman
    2-allahın adaletine iman
    3-peygamberlere iman
    4-imamlara iman
    5-kıyamete iman

    iki taraf da kurana bakıyor ve biri beş şart çıkarıyo diğeri altı... biri imanın şartı altıdır diyor diğeri beştir..ikisinde de kuran aynı bu arada. demek ki bunlar hep uydurma kardeşlerim. zaten şiiler 3 vakit namaz kılarken sünniler 5 vakit kılıyorlar. namazın kendisi de uydurmadır. kuranda namazın tarifi de vakitleri de adedleri de yazmaz, salat yap der, secde yap der, kıyam yap der ama bunları insan aklı birleştirerek bugüne ait namaz denen ritüeli ortaya çıkarır hatta içine kuranda olmayan subhaneke gibi sonradan uydurulmuş duaları da ekler. bugünkü namazın kılınışına dair anlatılar deve sidiği içmenin sağlıklı kabul edildiği kitaplarda yazar. islam fıkhının sistematiği kullanılarak; bu kitaplara göre namaz kılan her müslümanın düzenli deve sidiği içmesinin allahın farzı ve müslümanlardan isteği olduğu da çıkarabilir.

    oysa akıl eşliğinde bakıldığına islamın şartları ne olmalıydı?

    1-aklını kullan
    2-kul hakkı yeme
    3-hırsızlık yapma
    4-kimseye zulüm etme
    5-kimseyi öldürme
    6-hukuka saygılı ol
    7-yalan söyleme
    8-kimseye ayrımcılık yapma..

    saflar halinde dizilmiş erkekler saflarını bozmadan camiiden çıktıkları anda karşıdan bakınca bir orduyu andırmıyor mu?

    namaz bir savaş tatbikatıdır.. devletin özellikle de emevi devletinin sürekli elinde hazır bir ordu ve propaganda aracı olarak da minberi kullanmasına olanak verir. öğle namazını kılıp camiden çıkan kitle hiç saflarını bozmadan daha o anda cihata hazır haldedir. emevi devletinin ordu kurma aracı ne zaman allahın şartı olmuştur? (bkz: #55342546)

    zekat fakirin haysiyetine hakarettir. zekat sistemi şunu öngörmüştür: sonsuza kadar fakirler ve zenginler olacak... zenginler fakirlere yardım edecek bu düzen de böyle gidecek.. peki bugün sosyal demokrasiyi yaşayan isveç'ten işsizlik maaşı ile geçinen müslümanları (bkz: #56106512) çıkarırsak orada zekat ekonomisine gerek var mı? peki herkesin iş güç sahibi olduğu, çalışmamanın yasak olduğu sovyetlerde bir insan neden zekata muhtaç olsun? sovyetlerde 80 yıl boyunca islamın bir şartı iptal mi olmuştur? isveç'te bugün zekat iptal midir? sosyal demokrasi olunca islamın belli şartları iptal mi olmaktadır?

    (bkz: fakire zekat vermek fakirin haysiyetine hakarettir/@skocax)

    ehli sünnet islamda islamın şartlarının beş tane olduğuna kim karar verdi?

    muhammedden 250 yıl sonra yaşayan buhari, müslim, tirmizi ve nesai.

    "islâm, beş şey üzerine kurulmuştur: allah'tan başka ilâh olmadığına, muhammed'in allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek; namaz kılmak; zekât vermek, kâ'be'yi haccetmek ve ramazan orucunu tutmak." (buhârî, imân, 1, 2; müslîm, imân, 19, 22; tirmizi, imân, 3; nesâî, imân, 13).

    peki bu hadis buhariye, müslim'e ve tirmizi'ye nasıl ulaştı?

    1-muhammed-------------------628 yılı
    2-ebu hureyre
    3-hasan basri
    4-malik bin enes
    5-ibn-i ibrahim et taimi
    6-yahya ibn-i saidel ensari
    7-sufyan
    8-abdullah ibn-izübeyir
    9-buhari-------------------------860 yılı

    860-628=232 sene (kaynak)

    işte ehli sünnet denilen mezhebin fıkıh denilen sistematiği bütünüyle bu 232 yıllı süreye bağlıdır. bu 232 yıl muhammedi dinleyen ebu hureyre hiç yalan söylemeksizin hasan basri'ye aktarmış o malik bin enes'e o öbürüne o öbürüne vs. oysa ben 21. yüzyılda yaşadığım halde 232 sene önce bizim köy var mıydı yokmuydu onu bile çözemiyorum.. bir seferinde köyün mezarlığını dolaşıp eski mezar aradım.. yok bulamadım. halbuki bugün ehli sünnet denen akidenin allahın sarsılmaz, sorgulanmaz, eleştirilemez kanunları olduğu iddiası ve bu sistematiği oluşturan eşari düşünce kutsal kabul ediliyor. artık müslümanlar için kuranı açmaya bile gerek yok. hazır hap şeklinde ilmihal kitapları var. özellikle türkiye cumhuriyetinin resmi din doktrinine bakacak olursak şunlar öğütleniyor:

    •kızının başını 9 yaşında kapatmanı tavsiye ediyoruz (oysa kuranda tesettür diye bir şey bile yok- (bkz: islam/@skocax))

    --- spoiler ---
    kadının yabancı erkekler yani mahremi olmayan erkekler karşısında avret yeri yüzü, el ve ayakları hariç bütün vücududur. bu hanefî mezhebinin görüşü olup diğer fıkıh mezheplerine göre kadının ayakları da avrettir. (diyanet ilmihali 2.cilt 71. sf.)
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---
    mümeyyiz çocuklar iman, namaz, oruç, hac, kefâret, cihad, iyiliği emredip kötülüğü engelleme gibi dinî ödevlerle ve bedenî ibadetlerle mükellef değildir. davranışlarının hukukî-malî sorumluluğu bulunsa da cezaî sorumlulukları yoktur. bu sebeple bu kimseler için dinî teklif ehliyeti ile cezaî ehliyet ortak özellikler taşır. ancak çocukların dinî hayata, ibadetlerin ifasına erken yaşta alıştırılması ve bu yönde eğitilmesi tavsiye edilmiştir.
    --- spoiler ---

    •sadece müçtehitlere tabi olman yetmez şeyhlere ve mürşidlere tabi olacaksın.

    --- spoiler ---
    tasavvufun ferdî yönü daha önemli olmakla beraber sosyal yönü de küçümsenmeyecek kadar önemlidir. tasavvufî hayatın bazı biçimlerini bireyler tek başına yaşar. fakat bu hayat, bu konunun uzmanları, hocaları ve üstatlarıolan şeyhlerden ve mürşidlerden öğrenilir. bu öğrenmede mürid vetâlip denilen öğrencilerin üstatlarıyla birlikte bulunmaları, mânevî hayatı beraber yaşamaları şarttır. diyanet ilmihali 1.cilt 58. sf.
    --- spoiler ---

    yukarıdaki 232 yıllık sürede bütün lafızların doğru taşındığına mutlak iman edeceksin. fıkıh alimlerinden başka kimse hakikati bilemez. fıkıh alimlerine iman etmeyen müslüman değildir.

    türkiye cumhuriyeti resmi islam anlayışına göre deve sidiği içmenin sağlıklı olduğuna iman etmeyen müslüman değildir.

    türkiye cumhuriyetinin resmi din doktrini deve sidiği içmenin sağlıklı olduğuna iman etmektir. ebu hureyre'den gelen hadislere iman etmektir. tanesi 1 dinara satılan hadislerle oluşturulmuş ve hayatında sünnet değil diye karpuz bile yememiş hanbel gibi adamların kurduğu dine iman etmektir.

    (bkz: hadis referanslı islamı yaşamanın imkansızlığı)

    islamın şartları da imanın şartları da uydurmadır. bunlar saçmalıktır. kuranda belki 1500 tane emir cümlesi varken kul hakkı yemeyin demek yerine tanımı bile belli olmayan salat kelimesini alıp da dinin direği yapmak olacak iş midir?

    islamın şartları beştir teorisi iflas etti kardeşler. islam dünyasını zillet içinde bırakarak iflas etti. suriyeli müslümanları kucaklarında çocuklarıyla sabah akşam camilerinde küfrettikleri kafir avrupadan ekmek dilenir hale getirdi. namaz da oruç da hac da ya allahın tavsiyesidir ya da yoktur. bunların iyi insan olmakla allahın dünyada bozgunculuğu önlemeye çalışması ile ne alakası vardır? zekat ekonomisi sosyal demokrasiden üstün değildir.

    bir müslüman o 232 yıllık süreye mutlak imanı, bütün hayatını o süreye göre şekillendirecek kadar imanı aklına kabul etirebiliyorsa buyursun.
    yoksa da bütün hayatının devasa bir yalandan ibaret olduğunun farkına varmalıdır. müslümanlara yardımcı olarak onları hak yola yönlendirme gayretimin yaşadığım ülkeyi içinde bulunduğu zilletten kurtarma yolunda faydalı olacağına inanıyorum. idealizmim buradan geliyor.
    (bkz: kuran'ın akılcı tefsiri/@skocax)

  • 39. mezun olduğu okula yıllar sonra tekrar gitmek

    havaya atılan kep en yüksek noktaya ulaşıp aşağı süzülürken ağzımdan çıktı ilk olarak "buraya bi daha gelirsem aha bu diploma götüme girsin" cümlesi. takip eden 1-2 yıllık işsizlik sürecinde diploma zaten götüme girdiği için mezun olduğum okulu ziyaret etmemek için edilmiş aktif bir yeminim kalmamıştı.

    çıktıktan 5 sene sonra tekrar adım attım kampüse. kampüs girişindeki bankamatik çarptı ilk olarak gözüme. sadece üniversite öğrencilerinin anlayabildiği ayın 6.gününü 7.gününe bağlayan gece olayını düşünüp buruk bi şekilde gülümsedim. arazi bakmaya gelmiş müteahhit gibi ellerim arkamda yürümeye devam ettim etrafı seyrederek. biraz fazla büyük geldim demek üniversiteye ki öğrencilerin "pfff kampüs de bozdu bu ne yaa barzolar doluşmuş" bakışlarını "siktirin lan sizin girdiğiniz vize kadar benim kaldığım final var" bakışlarımla uzaklaştırdım. üniversite hayatım boyunca 4-5 kez gittiğim kampüs kütüphanesine girmek istediğimde ise 7 yıl önce alıp hala geri getirmediğim bi kitap yüzünden ufak çaplı bi kriz çıktı ama oradaki görevliye bi dal sigara uzatınca buzlar eridi. kütüphanede "yok hacı en temizi iddaa bayi açıcan" temalı beyin fırtınası yaptığımız masalara baktım. belki iddaa makinesi başında ağzımda sigarayla ciuvv ciuvv basamadım tuşlara ama olsun hayallerimizi de satmadık ya?!

    toz boyalı duş şakalarına hunharca güldüğümüz, "ulan burada ne yiyişilir haa" deyip sonrasında 8-10 sap sadece batak oynayabildiğimiz yurt bahçesine baktım. güvenliğin "kız bloklarını mı kesiyon lan sen?!" uyarısıyla kendime geldim. "sen benim kim olduğumu biliyo musun dayı?" soruma "bilmiyorum" cevabını alınca rahatlayıp oradan da topukladım. tam "yok abi adam taktı ya kafayı bana taktı taktı valla taktı", " kanka sigaramı evde unutmuşum ya fişeklesene bi dal" v.s. cümlelerinin duvarlarına kazındığı bi kafenin önünden geçiyordum ki o'nu gördüm. biraz yaşlanmıştı, saçları biraz dökülmüştü ama o yüz hatlarını nerede görsem tanırdım. yine gevşek gevşek gülüp "diferansiyel çıkmış sorular geldi" ilanını dükkanın camına asıyordu. ah fotokopici fiko ah. öğrencilere kaktırmaya doyamamıştı hala. ama yapmak zorundaydı bizim sayemizde aldığı jipinin benzini için yapmak zorundaydı bunu. yanına gidip bekledim tanımasını. boş gözlerle "ne bakıyon bilader ne vardı" deyince "fiko abi ne çektiriyolarsa bana da çek!!" deyip sarıldım. "bilader bela mısın siktir git" diye içince anladım ki fiko hastalanmış. alzheimer başlamış, yoksa beni nasıl hatırlamaz? beni? beni? ne çektiriyolarsa bana çekçi has adamını? hafif bi hüzünle ayrıldım yanından.

    dersliklere gittim. kız lisesi çıkışlarında bekleyen çakallar gibiydim ama anılar vardı burada. şurası kopya çekerken atıldığım yer, şurası uyurken horladığım için hocanın bana "brrrşşştt" dediği yer, şurası 100 üzerinden 3 aldığım sınavı çözdüğüm (!) yer. duvarlarına dokunup gözlerimi kapadım, "eee kızlar napıyonuz bu akşam bize gelsenize film falan izleriz, hem bira da var" diye kulaklarımda çınladı. hemen tiksintiyle çektim elimi yapış yapış testosteron kokan duvarlardan.

    artık gitme vakti gelmişti ama yapmam gereken bir şey daha vardı. mezun olduğum bölümün binasına da gitmeliydim. kapıdan içeri girer girmez "daddy is home biçıss" diye bağırdım ama bakan olmadı. bir hocamı at hırsızı değil de eski öğrencisi olduğuma inandırdıktan sonra biraz sohbet ettik.

    - hocam hep size sorardık ya bu dedikleriniz iş hayatında ne işimize yarayacak diye.
    + evet haklı olduğumu gördünüz dimi?
    - yok hocam harbiden bi boka yaramıyormuş onlar. bildiğin zamanımızı çalmışsınız bizim ya. ha bir de bana 3 verdiğiniz sınav vardı ya?
    + hayatında dönüm noktası oldu dimi? bazen yükselmek için dibe vurmak lazım.
    - yok hocam zamanında ismim "03 life is drunk" kaldı sayenizde. ama diyorum ki bi yemek ısmarlarsanız affederim.
    + çok isterdim ama yoğunum gerçekten sınav okuyorum.
    - hocam yemeyin şimdi beni. cerenler, özgeler, selinler 90 ahmetler, hüseyinler, buraklar 20 yine aynı sistem devam edin. çakaaaaal xd xd xd.

    bu saatten sonra yine ufak çaplı bi kriz çıktı ama binanın bina görevlisi kartal abi feysbuktan arkadaşım olduğu ve kendi kıraş oyun isteklerine olumlu cevap verdiğim için çok büyümedi.

    tam binadan çıkacaktım ki aklıma bir şey daha geldi. içeri girdim tekrar. 10 dakika sonra çıktığımda çok daha hafif ve rahattım. mecazen değil gerçekten öyleydim. sıçmak hiç biri kadar zevkli olmamıştı. "bu 3 aldığım sınavı için!", "bu 1.5 senelik işsizliğim için!", "bu da bunu yapmak isteyip de yapamayan nice öğrenci kardeşim için!" dedim ve kendimce okuluma subliminal mesajın kralını verdim.

    suratımda bruce willis'in binayı patlattıktan sonraki yampiri gülümsemeyle gururla ilerlerken kartal abinin sesiyle irkildim; "sifonu niye çekmedin lan ayı?"

  • 40. sözlükçülerin en iyi 10 dizi listesi

    1- (bkz: the wire)
    2- (bkz: oz)
    3- (bkz: six feet under)
    4- (bkz: breaking bad)
    5- (bkz: boardwalk empire)
    6- (bkz: twin peaks)
    7- (bkz: the sopranos)
    8- (bkz: dexter)
    9- (bkz: the shield)
    10- (bkz: lost)

  • 41. türk tipi başkanlık sistemi

    başında türk tipi olan her şey gibi içinden denetleme mekanizmaları çıkarılmış kabuk bir sistemdir.

    mesela
    türk tipi iş güvenliği
    türk tipi akademisyenlik
    türk tipi arge
    türk tipi iç güvenlik
    türk tipi eğitim

    bu aşağılık kompleksi falan değil. aşağılık kompleksi ortada bir veri yokken sırf önyargı nedeniyle bir şeyi kötülemektir. benim elimde veri var buyurun;

    (bkz: türkiye/@limon kimyon zorro)

    mesela komşum bahçesinde akü üretmeye yeltense gidip ona sen türksün beceremezsin demem, çünkü yapabilir.

    ancak adam 4 kez üst üste mahalleyi ateşe verir, kendini zehirler, çarpılıp kalırsa beşincisinde tekrar denemesin diye elimden geleni yaparım. bu önyargı değil öngörüdür.

    avrupada denetleme mekanizmaları mümkün olduğunca insan faktörünü azaltmak üzerine kurulmuş durumda. sen devletle karşılaştığında bir insanla değil bir kurallar manzumesi ile karşılaşmış oluyorsun. mekanik, net, adil.

    istisnalarla gelmeyin çünkü ben gittim yaşadım, insanların devlete, hükümete bakış açısı bizimkiyle aynı değil. adam devlete bir hizmet merci olarak bakıyor. vergisinin karşılığını söke söke alıyor. daha önce de yazdım, " ben vergisini ödeyen bir amerikalıyım" lafı kulağa geldiği kadar komik bir laf değil. bir yaşam algısını anlatıyor. devlet halk tarafından ayakta tutulan bir organizasyon. bir grup insan ortak ihtiyaçları organize etsin diye halkın parasıyla finanse ediliyor. halk seçtiği bu gruba al bu parayı git hastane kur, okul aç, diğer ülkelerle olumlu ilişkiler kur, çöpleri topla, güvenliği sağla diyor.

    hepsinden önemlisi verdiğim parayı kendini denetlemek için de kullan diyor. benim işim gücüm var beni seni denetlemek zorunda bırakma diyor. insan gibi değil makine gibi verilerle hareket et, kişisel çıkarlarını gözetme, rant kovalama, adam kayırma diyor.

    bunları pratikte sağlamak için de tonla maaş veriyor bu seçtiği insanlara. al bunları gözün doysun daha da halkın verdiği paraya göz dikme diyor.

    buna rağmen türk tipi olduğunda bir şey, ilk yapılan hamle işin denetleme güvenlik parçalarının sökülmesi ooluyor. bu sadece siyasi bir mesele değil biz bir ürün aldığımızda da güvenlik uyarılarını okuyan falan bir millet değiliz. işini yaparken güvenlik gözlüğü takana eldiven kullanana gülen insanlarız.

    ancak devlet bireylerin hatalarından arınmakla mükellef bir yapı olmak zorunda. bunun için it gibi çalışıp kazandığın paradan bu organizasyona para veriyorsun. o andan sonra hesap sormak senin en tabii hakkın.

    çok yerinde bir benzetme değil ama devlet halkın yanında çalıştırdığı elemandır. siyaset kendi başına bir hizmet değildir, iş görüşmesidir. hizmet edebileceğine inandırma tekniğidir. asıl iş bahsettiğim ortak ihtiyaçlarının para karşılığı sağlanmasıdır.

    x bir hükümet mesela bütçe görüşmelerinde parayı nereye harcadığını, zorunda olmasına rağmen, belgelendirmiyorsa sen vatandaş olarak ne halt ettiniz lan benim paramla deme hakkına sonuna kadar sahipsin. araya kol gibi bürokrasi girince parayı veren ve hizmet için görevlendirilen değişmiyor. kafa karıştırmanın lüzumu yok.

    konu dallandı budaklandı ama sonuca bağlarsak türk tipi lafı önyargıyla değil öngörü ile bende hiç olumlu çağrışımlar yaratmıyor. bu kadar ciddi bir değişikliğin en önemli parçası olan denetleme organları daha kurulum aşamasında sakatlanırsa başımıza iş açarız. çünkü daha çok yetki daha çok denetim gerektirir.

    emniyet kemerini koltuğa bağlayan adam bu aptallığını çoğunlukla kendi çekiyor ama devletin kendini denetleme mekanizmalarını bypass edersen o zaman kitlesel olarak boku yiyoruz. bugün ben çekiyorum öteki gün karşıt görüştekiler çekiyor toplamda hepimiz çekiyoruz.

    devletin bir insanla anılmadığı, mekanikleştiği, şeffaflaştığı yarınlarda görüşmek üzere,
    sevgiyle.

  • 42. 1.87 boyunda az uyuyan erkek

    1.70 boyunda, çok uyuyan erkek olarak, karşısında ezim ezim ezildiğim erkek.

  • 43. 7 aralık 2015 ziraat türkiye kupası kura çekimi

    sneijder, muslera ve podolski yedek kalırsa galatasaray- kastamonu 1966 maçı ortada geçer diye düşünüyorum.

    not:gs

  • 44. beşiktaş

    kadıköy mallarıyla, beyoğlu mallarını kanka yapmış takım.

    beyoğlu'nun sarışını gelir feneri savunur, kadıköy'ün sarışını gelir gassaray'a domalır der...

    iyi iyi, siz böyle oldukça daha bir inanıyoruz paçanızdan bok aktığına.

  • 45. 7 aralık 2015 takvim gazetesinin casusluk yapması

    başlığı sığdırabileydim de bak ben ne başlıklar atıyordum, ne manşetler çıkarıyordum sözlükte ama gel gör ki karakter sınırına takıldık!

    neyse skandal manşet aşağıda;

    http://i.hizliresimupload.com/8mlxa1cu.jpg

    adamlar resmen 3 tümen asker konuşlandırılan ırak’taki başika kampının nerede ne var,

    mehmetçik nerede yatar,

    dış güvenliği sağlayan siperler nerededir,

    zırhlı araçlar nerede konuşlanmış,

    nöbetçi kuleleri nereye tekabül ediyor

    karargah nerde,

    ağır zırhlı araçlar nerde

    açık etmiş, demiş ki bir saldırı anında, şurada şu var, burada bu var, orada o var, gelin vurun!

    ulan mit tırları, devlet sırları dıyordunuz,

    bu da bildiğin askeri casusluk amk.

    biz askerde iken resim paylaşmak falan yasaktı kıbrıs’ta,

    neden diye sorduğumuzda; nerde ne var düşmana açık etmeye girer bu yaptığınız ve askeri casusluktur, ona göre dava açılır” diyorlardı, değişmedi ise sistem, bu gerizekalılar şuan casusluk suçu işlemekteler.

    edit: kardeşim adam haklı ne demek? bu bildiğin düpedüz askeri sırların ifşa edilmesi!
    utanmasalar koordinatları verip , tam şurayı vurursanız bu kadar zaiyat verirsiniz diyecekler olası bir saldırı planlayanlara!
    bu konu gayet de net bir skandal!
    hatta uzun zamandır yaşanmamış bir skandal!

    mit tırları haberine askeri casusluk diyenler acaba bu haberi de yapanların yanına bırakmayacaklar mı?
    edit 2: beyler ne uydusu ne donu? düşman daeş daiş deiş ne boksa işte o değil mi? onlara operasyon için gitmediniz mi, adamlar karadüzen savaşıyor amk, kendilerini patlatmayan dayalı bir savaş stratejileri var, verdikleri bilgiye bi baksanıza ben mi abarttım ?

  • 46. 7 aralık 2015 istanbul minibüs rezaleti

  • 47. çek yatın ingilizcesi

    (bkz: pull and bear)

  • 48. türklerin tanklarını başlarında patlatırız

    kendi tanklarını musulun ana caddelerinde çalışır vaziyette bırakıp kaçan adamların yaptığı açıklamadır.

  • 49. recep tayyip erdoğan

    polis terörüne maruz kalmış genç bir kıza, sırf solcu olduğu için "kız mıdır, kadın mıdır? bilemem." diye aşağılık bir şekilde hakaret eden, çocuk yaştaki oğlunu toprağa vermiş bir anayı, köpükleri ağzından saçılan çomarlarına yuhalatan biridir ve buna, ülkenin cumhurbaşkanı olduğu için saygı duyanlar varmış. toprak altındaki solucana saygım var ama buna yok, inançlı biri olmamama rağmen her gün ölmesi için dua ediyorum, inşallah talancı aile fertleri ile beraber tez zamanda geberip gider.

  • 50. dünyayı en iyi o yönetir denilebilecek ünlü

    (bkz: umut sarıkaya)