Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. ceyhun'u amerika'da müzik okuluna gönderiyoruz

    beni de yurtdışına doktoraya yollayın lan. ya bi siktir git amk.

  • 2. erdoğan'ın muhtarların sigaralarını toplaması

    iyice kel mahmut mertebesine ulaştı demektir durum.

  • 3. rte'nin ölüm haberi alındığında söylenecek ilk söz

    (bkz: alekta movit movit)

  • 4. taksim'de suriyeli çocuklara döner ısmarlamak

    ankara'da kızılay alışveriş merkezinin önündeki starbucks'ta disarida otururken iki suriyeli çocuk yoldan geçerken yanimiza geldi. karinlarini ac oldugunu soyleyip para istediler.

    o sırada pasta yiyorduk. büyük iki dilim pastayı bunlara verdik. öyle ya çocuklar gözümüzün önünde açken pasta yemek vicdanen rahatsız etti bizi.

    bunlar pastayı aldılar iki adım gitmeden iki dilimi de yere atıp üstüne bastılar.

    aklıma bu olayı getiren hadise.

  • 5. aynı şehrin futbol takımları

    eski guzel gunlerinde olmasalar da ada derbisini buraya yazmadan olmaz

    sehir: rangers

    takimlar: glasgow rangers, queens park rangers, power rangers

  • 6. üç yaşındaki teröristin etkisiz hale getirilmesi

  • 7. para karşılığı seks yapan üniversiteli kız

    adam orospuluğu paragraf paragraf bir kılıfa sokmuş ya lan ashasdjad
    bi ton part time iş bulabilecek kızdır. erkek napsın amk aynı sıkıntılar onun için de geçerli. seksist ibneler

  • 8. bu topraklar şehit kanlarıyla yoğrulacaktır

    harf sınırı nedeniyle kısalttığım rte açıklamasıdır. tamamı ise şöyledir:

    "bu topraklar şehit kanlarıyla yoğrulmuştur ve bundan sonra da şehit kanlarıyla yoğrulmaya devam edecektir."
    http://odatv.com/…ogrulmaya-devam-edecek-2108151200

    şair burada, iktidarım için kaç şehit gerekiyorsa veririz demek istemiş.

  • 9. köy basan askerlere hukuk dersi veren köylüler

    oxin diyen agzinizi sikeyim.

    (bkz: koyunlu)

  • 10. küçük bir kafe açma hayali olan insan

    onunden gectigi cafelere bakip "ne kadardir ki suranin kirasi? mis gibi iste" diyen, ulke gencliginin % 81.4'unu olusturan insan tipi. sonra kimse gelmiyo, batiyonuz.

  • 11. zaytung'un bordo klavyelilere yaptığı saygısızlık

    sazanları toplayıp akşam ızgara yapmak için atılan bir oltaya aslında ekşisözlük'te bile kaç kişinin takıldığını gösteren saygısızlık.

  • 12. türkiye hızla askeri darbeye gidiyor

    geçen gün askeri darbe başlığına girdim, yazdım yazdım yazdım, lan oğlum kuruntu yapma ya, olmaz dedim sildim.

    aklımın bir köşesinde darbe var ama. neden biliyor musunuz? bu ülkeyi çift başlı hâle getirmeye çalışan, parlamentoyu hiçe sayan ve onu çalıştırmamaya çalışan, seçimlerde istedği sonucu alamadı diye tekrar seçime götüren, ülkenin ekonomik gidişatını sallamayan bir şahıs var devletin en tepesinde.

    erken seçimde de akp tek başına iktidar olamayınca bu sefer koalisyon olacağına göre, devlet yönetiminde çatışmalar artacak, recep tayyip, beni halk seçti deyip, o aklındaki fiili durumu uygulamaya çalışacak, bu sefer kurumlar iyice yozlaşmaya başlayacak ve sonuç olarak çok ciddi bir kaos ortamı oluşacak.

    zaten ekonomi kırılgan, bir de çift başlılık devreye girerse, ülkenin gireceği çıkmazı siz düşünün. hayır bir de herkes kendinden inanılmaz emin, daha asker darbe yapamaz hacı diye bilmiş bilmiş konuşuyorlar. lan cumhurbaşkanı sistem fiilen değişti diyebiliyorsa, nato'ya bağlı tsk da tankları sokaklara salabilir. öyle darbe olmaz diye düşünmeyin yani. yeniçeriler bile istedikleri padişahı başa geçirip, istemediklerini indirmişler, sen neden bahsediyorsun? iki tane yasa değiştirince asker darbe yapamayacak mı sanıyorsun?

    bu gidişatı, çift başlılıktan dönmek engeller. erken seçim sonrası dönemi izleyeceğim. bakalım tayyip yine en süper benim demeye devam edecek mi yoksa artık kenara çekilip, olması gerektiği gibi olayı parlamentoya mı bırakacak. parlamentoya bırakırsa ne âlâ. yok yine koalisyonları engellemeye çalışırsa, başkanlığı dayatmaya çalışırsa, o zaman gerçekten her şey olabilir. tayyip'in güç sevdası biterse ülke normalleşir.

    haluk koç'un "tayyip seçimle geldi, seçimle gitmek istemiyor" lafı da eğer gerçek olursa, o da askeri darbeye zemin hazırlar.

    bunu söylüyoruz diye de askeri darbe beklentisi içindeymişiz gibi saldırmayın, biz çözüm sürecinde pkk güçleniyor da diyorduk. ne oldu? sonuç ortada. bir şeyi öngörmek, onu istemek manasına gelmez. gidişat açık. ülkeyi bir adam tek başına yönetmek istiyor ve halk bunu istemiyor. o tek adam olma sevdasındaki şahıs yolundan dönmezse, olacaklar da açık.

    ekleme yapmak istiyorum. birkaç mesaj aldım. bazı arkadaşlar tsk zaten akp'nin tsk'sı oldu diyorlar ama bunu neye dayanarak söylediklerini çözemedim. tsk'da yargıdaki gibi bir dizayn hareketi oldu mu? olmadı. olmasının mümkünatı da yok zaten. akp hsyk'yı bile cemaatten kurtarabilmek için ulusalcılarla işbirliği yaptı, kaldı ki tsk... tsk, birkaç senede dönüştürülebilecek bir oluşum değil zaten. tsk hâlâ ulusalcı, milliyetçi ağırlıklı, cemaatin de bir kısım pay sahibi olduğunu düşündüğüm bir yapı. hulusi akar'a akp'nin genelkurmay başkanı deniyor. bu ülkede hiçbir genelkurmay başkanı bir siyasi partinin genelkurmay başkanı olmaz. tek söz sahibi nato'dur.

    küfür yedim. küfür yedikten sonra kendime geldim arkadaşlar. akp nato'yu da dolandırıp tsk'yı ele geçirmiş. nato demiş çek elini tsk'dan. akp demiş hayır tsk benim. nato da demiş ne kadar harika bir parti...

    http://www.nato.int/
    http://prntscr.com/87eaw2

  • 13. 0.003 $

    (bkz: sen gülme ulan ayı)

  • 14. seks yaparken küfret bana kötü davran diyen kız

    bunlardan bi' tanesine denk geldim.

    çok ısrar etti.

    geri zekalının başkanı dedim, küstü.

    dengesiz hepsi, yemin ediyorum.

  • 15. üniversite mezunu olup ev hanımlığı yapan kadınlar

    üniversite mezunu olsun olmasın , çalışsın çalışmasın bütün kadınlar ev hanımlığı yapar zaten. belki istisnalar vardır ama adı üzerinde istisna.

    ev hanımı: çamaşır, bulaşık, ütü, temizlik, yemek, alışveriş, çocuklar ve eşten sorumlu olan aile bireyi, üstelik kadın. yani fiziken daha zayıf, kırılgan, çabuk yorulacak olarak görülen kişi.

    üniversite mezunu olup çalışan her kadın bu işleri zaten yapmıyor mu? lavobaların kirlendiğini, çamaşır sepetinin dolduğunu, şöyle kıyı köşe temizlik gerektiğini, akşam evde ne yeneceğini, buzdolabında neyin bittiğini, çocukların banyosunu, aile ziyaretlerini, misafirlere ne ikram edileceğini, mikrodalganın içinin kirlendiğini, tost makinasının kırıntı dolduğunu, parkelerin üzerindeki kılların çöllerde savrulan çalı çırpıya döndüğünü, balkonların toz içinde olduğunu, deterjanın bittiğini, tüllerin kirlendiğini, halıların yıkamaya verilmesi gerektiğini, otomatik ödemede değilse faturaların takibini, yere damlayan sıvıların temizliğini, çerez kırıntılarının koltuk aralarına dolduğunu, duşakabinin sabundan katmerlendiğini üniversite mezunu ve çalışan karı kocadan hangisi fark edip ilginiyor acaba. üstelik kadından dişilik bekliyor erkekler. eve gelince gri eşofmanı giyip, topuz yapıp kezban gibi dolanmayacak. seksi olacak, cilveler yapacak, "yemek hazır bey" diyecek, gece de başı ağrımayacak.

    kadınların üzerine mi zimmetli bu işler anlamıyorum ki.. çok merak ediyorum mesela yemek masasını öylece bırakıp tv karşına geçmek nasıl bir (rahatlık) duygu? yani o masa hayatımda hiç yokmuş gibi, az önce orada ben yemek yememişim gibi... falan. kadın olmak gerçekten zor, ev hanımlığı daha zor, çalışan bir ev hanımı olmak hele ohooo...

    tabi şanslı kadınlar da var ya da bu işleri yapmak zorunda olmayan kadınlar ama görüyorsunuz örneklemeyi onlardan yapmadım.

  • 16. sözlükten buluşulan kızın çirkin çıkması

    daha kötüsü de olabilirdi:
    (bkz: sözlükten buluşulan kızın erkek çıkması)

  • 17. 21 ağustos 2015 ankara yağmuru

    (bkz: memur ıslatan)

  • 18. konuşurken göğüslere bakmak

    evet beyler yapmayın amına koyiyiym ya. çok rahatsız ediyor lan harbiden. bak erkek halimle ecnebi 2 hatunla oturduk bira içiyoruz, kızlardan birinin göz sürekli benim kıllı döşte amk. çok rahatsız oldum. yapmayın olm.

  • 19. 23 ağustos 2015 şehitler yürüyüşü

    gereksiz yürüyüş.

    ne için yürüyorsunuz? savaşın devam etmesi için mi? intikam için mi? yoksa hiç görmediğiniz, şans eseri tayininiz çıktığında gitmemek için bin türlü takla attığınız "vatan" toprakları için mi?

    yoksa hayatını kaybeden askerlerin sahipsiz olmadığını göstermek için mi?

    hayır. gazınızı almak için yürüyorsunuz.

    savaşın sebebi belli, suçlusu belli. ölen askerlerin katili belli. elini tabutlara dayayıp oy dilenenler belli. halkı kaosla, ölümle, kargaşayla tehdit edenler belli. saraylarda keyif çatanlar belli.

    asker yakınlarının bile gördüğü bu gerçeği neden görmüyorsunuz? ateş düştüğü yeri yaktığı için görmüyorsunuz. asker ölümleri +5 olmadığı sürece ilginizi bile çekmiyor.

    bu savaşın akp ve saray dışında hiç kimseye faydası yok. madem bu işin bitmesini istiyorsunuz elde kur'an edirnekapı'ya değil, omuz omuza kaçak saray'a yürüyeceksiniz. kan istemek için değil, bu ülkenin gördüğü en büyük zalimi kovmak için.

  • 20. 21 ağustos 2015 kuzey kore güney kore savaşı

    -ikinizde japonsunuz, neden savaşıyorsunuz ki?

  • 21. recep'i tibet'e dinginlik öğrenmeye gönderiyoruz

    evet madem ceyhun'u müzik için öteki ablayı tiyatro için gönderdik neden recep'e de yardım etmeyelim. ben kendisiyle irtibata geçtim. recep'i dinleyelim:

    "eyy ekşi sözlük sakinleri.

    ben recep. marmara üniversitesi mezunuyum ama o konuyu çok şey etmeyelim. 14 yaşından beri hayalim başkan olmak. o yıl öğretmen benim yerime kemal'i sınıf başkanı yaptığından beri bunu istiyorum. bunun için en doğru yolun amerika'ya gitmek olduğunu ve oradan icazet almak olduğunu düşünüyordum. öyle de yaptım ama bir yere kadar işe yaradı. önüme gelene çatasım var, tibet'te saçı kazıtırsam sakinleşirim diye düşünüyorum. bunun için gerekli 400 bin doları siz afedersiniz budist ekşi sözlük çapulcularından bulabilirim diye umuyorum. 400'ü verin bu iş sulh içinde çözülsün... muhtar mı lan o? muhtar sana fıkra anlatayım mı? temelbgün...*"

  • 22. chp'nin erdoğan'a hazırladığı yüce divan önergesi

    mhp nin oy vermesi gerekiyor. sizce mhp gibi kaypak bir parti oy verir mi?

  • 23. evlenilecek kadında aranan özellikler

    eskilerden, arkadas cevresinden tanidigim bi adam vardi.
    kadinlarin genelde hakkinda "seytan tuyu var" dedikleri tiplerden. boylu poslu bi herif. kendince kazanova gecinir goze sokmadan filan...

    bi kizce vardi yaninda bi suredir. evleneceklermis... kiz tatli bi tip, sakin, yumusak mizacli filan. ısinde, gucunde, akca pakca, hos bi kiz.

    soyle bi bakiyordum da, bangir bangir bagiriyor "evlenmelik kiz" diye secildigi... nerden anladim?
    boy boy fotograflar... aileyle, arkadaslarla, grupla,
    tatil, matil, ziyaret, gezip tozma fotolari...

    buyuk kisminda kiz adamin yaninda degildi yahu.
    adam almis kolunun altina annesini, oburune ablasini mesela. veya sarilmis yegenlere... arkadas ortaminda kankalarla dip dibe...
    kiz cogu fotografta kenarda kalmis. tedirginligi de belli, kareye girsem mi girmesem mi? ekleme, cakma, yapistirma duruyor kizin karelerdeki varligi. gruptaki herkes dip dibe dururken, kiz yarim metre yanda kalmis. gene de "iyiyim, iyiyim" dercesine gulumsuyordu...

    adam bi anda gozumden dustu.... bir saril ulan kiza simsiki. ıcine, canina sokarcasina... poz verirken al kolununun altina, "benimmmm" heyecani parlasin gozlerinde.. "ben kaptim ulen" diye sirit arsiz arsiz bi karede... ya da "ya yicem bunu!" hevesi okunsun yuzunden...

    yok arkadas, yok!

    ....

    bekarken insan evliligi tam da idrak edemiyor. ıcine girip bi yasamak lazim...
    benim kendi evlilik tecrubeme gore "evlenilecek kadin" veya "evlenilecek adam" seklinde bi nitelik listesi olusurup, sablona uyan birini yakalayinca parmagina yuzugu gecirerek bu isi yurutmek cok zor.
    cunku o nitelik listesi inanin bi ske yaramiyor...

    cok acayip sinavlardan geciyor bir cift, evliliklerinin ilk yillarinda...

    ve "baska" bi motivasyon olmali bunlari beraber asabilmek icin... bisey sizi birbirini ceken miknatislar gibi cekmeli...
    o yatagi bi sekilde ayirttirmayacak, ne kadar kizgin olursaniz olun, goz goze geldiginizde birakip gidemeyeceginiz "bisey" bulmus olmaniz lazim esinizde... ve o "bisey" mantikli bisey olmuyo genelde... **

    uzlasmak zor bisey degildir, niyet varsa...
    bu niyet de mantiksal sebeplere (duzeni bozmayalim, elalem ne der, bla bla) dayanirsa, bana gore cok da mumkun degil tek esli, sakin, mutlu bir evlilik hayati...

    ruzgar türbini gibi filan olmali ikiski... muhendislik (mantik) temellerine oturmus olsa da, devam icin motivasyonu "kendi dogasindan" uretebilmeli ve bu kaynak yenilenebilir bi kaynak olmali...

    aksi halde dokme suyla dondurmeye benzer degirmeni...
    "kiz guzel, sakin, iyi huylu, fazla gezmemis(!), isi gucu var, evcimen..."
    eee? yarin bigun o kiz bi kavga esnasinda avaz avaz bagristiktan sonra da su sebeplerden dolayi cazip geliyor olacak mi?
    olmayacak. cunku onu artik oyle gormuyosun. (evet sabri tastiginda o da ariza cikarabiliyor, bagirabiliyor, kirabiliyormus. ne enteresan di mi? sen onu sus bebegi sanmistin halbuki... meğer o da senin gibi "normal" bir insanmis)

    aynisi erkekler icin de gecerli... bi kadin da bi adami bazen sakin munis bilmem ne diye alir, adam bi duygusal künte donusur evlilikte... ya da icine kapanir, kadinla bisey paylasmaz, mala baglar, hayat belirtisi gostermez vs vs...
    ondan sonra da "evlilik cok rerore"

    evet ask evlilikleri de bazen zichiyor,
    ama benim gordugum mantik evliliklerinin hepsi, istisnasiz mudanasiz hepsi zaten zichmis/zichma egiliminde. cogu da ihanenetle, kotu sekilde filan biterek...

    yanisi diyecegim o ki, evleneceginiz kadinda "bi" ozellik aramayin,
    o kadinla iliskinizin "bi" ozelligi olsun bence...

  • 24. 21 ağustos 2015 iran'ın türkiye'ye nota vermesi

    civilization oynarken hani bazen şamar oğlanına dönersiniz de herkes sizi kınar ya da savaş açar, işte onun gibi bişe...

  • 25. amerikan ordusu

    savaş kazanmak gibi bir derdi olmayan ordu. ortalık karışsın, piyasalar yükselsin, silahlar satılsın, ortadoğu hep karışık kalsın yeter diyen ordu.

  • 26. otobüs koltuğunu adet kanına bulamak

  • 27. gece yarısı odamın tavanında oluşan garip silüet

    ust katta su ya da kalorifer borusunun patladigi ve derhal mudahale edilmezse bu sefer hz. nuh'un mesaj verdigi sanilacak durumdur.

  • 28. 21 ağustos 2015 fransa tren saldırısı

    saldırgandan başka kimse ölmemiş.

    o yüzden hemen ışid demeyelim.

    benim aklıma dhkp-c geldi.

  • 29. güzelsin iltifatından etkilenmeyen kızlar

    iltifattan değil komple sizden etkilenmiyordur.

  • 30. lucas leiva

    son dönem türk taraftarındaki götü kalkıklığa hayranım ya. beğenmiyorlar ya; 8 senedir düzenli şekilde liverpool'da oynayan ve henüz 28 yaşında olan adamı beğenmiyor ve burun kıvırıyorlar. kimsiniz oğlum siz? bi önce kendinizi bilin!

    bir de papağan gibi müzmin sakat diyorlar. geçen yıl 32 maça çıkmış. bir önceki yıl 30, 2012-13'te de 32 maça çıkmış. bu yıl kasığından sakatlık geçirmiş 41 gün gün yok, 2 ay sonra kasıkta zorlama dolayısıyla 15 gün daha yok. bu yani ağız birliği etmişçesine her yazarın sakat yazmasına sebep. piyango çekin bir futbolcu seçin ve açın internetten bakın en az bunun iki katı sakatlık geçirmiştir.

    bence derhal saçmalamanın kesilmesi gerekiyor. takım oyuncusudur. takım oyuncusunun da başımızın üstünde yeri vardır. giunti kadar oynasa 5 sene de kalabilir.

  • 31. ankarada 07.25 te gelen patlama sesi

    (bkz: format neydi)
    (bkz: format emekti)

  • 32. ayıya tecavüz etmeye çalışmak

    (bkz: korkunçlu başlık)

    başlığı okuyunca yine ne yaptı bizim kırolar demiştim ki rus kıroları çıktı... gerçi başlıktan anlamalıydım, bizimkiler olsa çalışmazdı, tecavüz ederdi...

  • 33. jujutsu

    maalesef dövüş sanatı cahillerinin toplandığı bir başlık olmuş; doğruları yazalım en azından okuyan kişiler yanlış öğrenmesin.

    jujutsu bir japon dövüş/savaş sanatıdır. en eski dövüş/savaş sanatlarından biridir; kökeni diğer japon dövüş/savaş sanatları gibi eski çin dövüş sanatlarına (kung fu formları) dayanır.

    jujutsu samurayların savaş esnasında silahsız kaldıkları anda rakipleri ile mücadele edebilmek için geliştirdikleri teknik çalışmalar ile ortaya çıktı; bu çalışmalarda elbette çin kökenli sanatların etkisi vardı, bir çok farklı jujutsu okulu ve bir çok farklı jujutsu formu ortaya çıktı, gel zaman git zaman japonya'da samuraylık mesleği yok olmaya yüz tutunca aslında çok vahşi teknikler içeren klasik jujutsu eğitimi de popülaritesini yitirdi. jujutsu dojoları verdikleri sert eğitim metodları ve sanatın içerdiği ölümcül teknikler nedeniyle eleştirilir oldu.

    bu duruma bir tepki olarak jujutsu'nun daha modern ve içerisindeki ölümcül tekniklerden arındırılmış daha sportif formları olan judo ve aikido doğdu. mitsuyo maeda ile birlikte brezilya topraklarına ulaşan jujutsu geleneği gracie ailesinin önderliğinde brazilian jiu jitsu sanatını ortaya çıkardı.

    son yıllarda jujutsu eski ölümcül teknik formlarından sıyrılmış daha modern bir karaktere kavuştu ve tekrar popülarite kazanmaya başladı, yukarda yazılanların aksine müsabakaları mevcuttur, elbette klasik japon jujutsusu değildir müsabakaları yapılan, daha sportif ve tehlikesiz bir formudur.

    jujutsu teknik içerik anlamında inanılmaz zengin bir dövüş/savaş sanatıdır; kırma, eklem kilitlemeleri, boğma, fırlatma, vurma gibi bir çok farklı teknik form bir arada uygulanır. judo, aikido, sambo, brazilian jiu jitsu gibi bir çok sporun atasıdır.

    bugün hem daha sportif ve tehlikesiz teknikler içeren jujutsu dojoları hem de klasik savaş sanatı teknikleri içeren jujutsu dojoları mevcut.

    mesela modern zamanlarda özellikle almanya'daki jujutsu çalışmaları önemlidir; hatta bir alman jujutsu'sundan bahsedebiliriz.

    edit: sanırım bir yazar arkadaş 2 senelik eğitimine güvenerek iddialı şeyler yazmış; ben de jujutsu'da kuşak sahibi biri olarak şunu söyleyebilirim ki 2 senelik sıkı bir jujutsu eğitimi teknik anlamda sadece kendinizi bu eğitimi almamış birine karşı rahatça koruyabilecek seviyeye getirir. özellikle bu kadar kısa süreli bir eğitimle kesici aletleri karşı kendinizi her durumda koruyabilecek seviyeye gelmeniz imkansızdır. elinde satır olan gözü dönmüş zebellah gibi bir adamı jujutsu ile etkisiz hale getirebilmeniz için en az 10 yıl düzenli antrenman yapmış olmanız ayrıca sağlam bir fiziğe sahip olmanız gerekir. dövüş sanatları maalesef teknikleri çok zor öğrenilen ve öğrenilen tekniklerin uygulanabilmesi için iyi bir fiziksel durum gerektiren alanlardır.

  • 34. iski nin bana yaptığı rezillikve avustralya örneği

    nasıl bir ülkede yaşıyoruz.

    not: en başta belirtmek isterim ki burada belediyenin ya da devletin vatandaşına verdiği değerden bahsediyorum. konuyu başka yerlere çekmeyin lütfen.

    yeni bir eve kiraya çıktım. kiraya çıktığım ev sıfır daire olduğu için doğal olarak elektrik, su, doğalgaz için benden önce hiç abonelik alan olmamış. ilk sözleşme yapacak olan ben olacağım. ama ben daha sözleşme yapmadan iski’den gelip su saatine 16:30’dan sonra kelepçe takıp suyu kapatıp gitmişler!!! saate dikkat ! !saat 16:30’dan sonra… yani kelepçeyi söktürmek için iski’ye gidecek hiç süre olmayacak şekilde beni bu yaz ayında susuz bırakmak için ellerinden geleni yapan bir iski’den bahsediyoruz. bu arada evimde 4 aylık bebeğimizin olduğunu da belirtmek istiyorum. yani hijyenin önemi bizim için ne kadar önemli daha fazla belirtmeme gerek yok. devamında işi gücü bırakıp sabah 8:00’de iski müdürlüğüne gittim tapusuna kadar tüm evrakları teslim edip hiç anlamadığım 176 lira teminat ile birlikte 300 küsür lirayı bana paşa paşa ödettiler… teminat nedir arkadaş,ben iski’ye ne yapacağım da benden teminat alıyorlar, başka eve giderken su sayacını mı çalacağım! neyse sabah 9:00 gibi tüm işlerimi bitirip vezneye yaptığım ödememin makbuzunu yeniden ilgili memura göstererek “bugün su kesin gelir mi?” diye yine sorumu yineleyerek sordum. (bugün günlerden cuma olduğunu belirterek tabiki aksi halde haftasonu da susuz kalacağım). sorun olmaz su açılır dediler… şu anda bu satırları yazarken saat 21:00’i geçmiş bulunmakta ve gelen giden yok.

    yani özetleyecek olursak iski suyumu 16:30’dan sonra kesiyor 1 akşamımı susuz geçirterek bana aklınca ceza veriyor, bir gün sonra tüm işlemleri yapıyorum 300 küsür lira ödeme yapıyorum ama yine gelen, giden yok.

    birde aşağıda başka yerden alıntı yaptığım başka ülkedeki olaya bak, belediye’nin devletin insanına verdiği değere bak…

    avustralya'da hayat (gerçektir)

    okuyacağınız bu ileti hayal değil gerçek, türkiye’yi idare ettiğini sananlara ithaf olunur.
    avustralya'da insan olmak .....
    melbourne'e vardık. bir ev kiraladık, ben oradaki akrabalarıma harıl harıl soruyorum 'yahu, elektrik, telefon, su, gaz idarelerinde tanıdığınız var mı?' biri 'ne yapacaksın?' diye sordu. 'öyle bir müessesede mi çalışmak istiyorsun?' ben 'hayır' diye cevap verdim 'yeni eve o hizmetleri bağlatmak istiyorum da...' adam güldü, 'bana adresini söyle' dedi. adresi verdim, geçti telefonun başına, o idareleri tek tek aradı. akşama doğru bütün hizmetler bağlanmıştı.

    bir gün elektrik idaresinden bir mektup geldi. mektupta 2 ay kadar sonra, bir gün bizim sokakta elektrik kesileceği bildiriliyor ve ilave ediliyordu 'eğer o gün mutlaka elektriğe ihtiyacınız varsa size bir jeneratör tahsis edilecek ve harcadığınız elektrik normal tarife üzerinden hesaplanacaktır. ancak jeneratör sayısı sınırlı olduğu için sadece mücbir ihtiyaç sahiplerinin müracaatı...' ben istemedim, ama komşumuz, yalnız yaşayan yaşlı kadın jeneratör istedi. o sabah 8'de 2 teknisyen jeneratörü getirip kadının sistemine bağladılar.. sonradan, merak edip sordum bu iş için sadece harcadığı elektriğin bedeli olan 45 sent almışlar.

    ben herkesin insan olduğunu ve herkese aynı muamelenin yapılması icap ettiğini avustralya'da öğrendim. bir tek gün kimse hakkımı yemedi, kuyrukta önüme geçmedi, trafikte açıkgözlük yapmadı, avanta istemedi...

    kızım yeni bir mektebe başlamıştı 'gel çarşıya çıkıp eksiklerini alalım' dedim. 'lüzum yok' dedi, 'her şeyi okuldan verdiler' bir gün aynı mektepten bir mektup geldi 'bazı talebelerin, öğle yemeği olarak pahalı gıda maddeleri getirdiklerini fark ettik. lütfen çocuğunuzun yanına sadece, bütün ailelerinin çocuklarına alabilecekleri şeyler verin. bu yaşta çocukların arkadaşlarına imrenmesi kötü bir şeydir' annem bizi ziyarete geldi. meydana karşılamaya gittik, bekliyoruz, arada gümrüğün kapısı açılıyor ve annemi oradaki bir memur ile konuşurken görüyorum. ingilizce bilmeyen annemin sohbeti bir türlü bitmiyor. dikkat ettim annemin elinde bir portakal var. nihayet annem çıktı ve iş anlaşıldı. kıtayı mikroplardan korumak için avustralya'ya herhangi bir gıda maddesi sokmak yasak.
    annem uçaktan bir portakal alıp çantasına koymuş.. adam onu görünce, hemen elinden alıp çöpe atacağına, büyük bir sabır ile avustralya'nın neden bir kaideyi uyguladığını anlatıyor ve 'bu size karşı yapılmış bir hareket değildir, hepimizin sağlığı için alınan bir tedbirdir filan diyor' melbourne'da ve avustralya'nın hemen hemen tamamında deniz kenarında bina yoktur. memleketi bir yol çevreler. kıyılar herkesindir. 5-10 kilometrede bir, denize girmek, piknik yapmak için tuvalet, duş, elektrikli mangal ve soyunma odaları gibi bedava tesisler vardır. yalnız elektrikli mangalı çalıştırabilmek için para atmak lazımdır.

    bir gün oldukça yüklü bir telefon faturası geldi. idareyi arayıp, bu faturayı ödemekte zorluk çektiğimi söyledim ve şu cevabı aldım 'siz bu faturayı bu ay ödemeyin. biz bunu 12'ye bölerek 1 sene müddet ile her aylık faturanıza ilave edeceğiz. ama bundan sonra her faturayı ödeyin'. sorduğumda faiz ödemeyeceğimi de öğrendim.

    avustralya'da yaşayan her insan bedava sağlık sigortasına sahiptir. şehrin merkezi dışında 2 katlıdan yüksek bina bulunmaz. normal evler
    1 dönüm bahçe içinde, müstakil evlerdir. şehrin belki yarısı golf sahaları (bedava), botanik bahçeler, göller ve akarsular ile kaplıdır. okullar bedavadır. musluktan akan su, hakiki içilen sudur (sözde değil özde). kilise, cami, havra, budist tapınakları ve daha nice dini yapı yan yana varlıklarını devam ettirir.

    sbs adlı devlet televizyonunda avustralya'da yaşayan 100 küsür ayrı millete mensup insanların kendi dilinde yayın yapılır. çoğu avustralyalı, 2 vesile ile kravat takar ; düğün ve cenaze.

    avustralya'da en büyük suç yalan söylemektir. yalan söyleyen, yalan beyanda bulunan insanın hayatı kayar. onun dışında her şeyin bir çaresi bulunur.

    edit1: imla... başlığım 50 karakter kısıtına takıldığı için "ve" harfi birleşik oldu. cümlelerimde ufak düzeltmeler

  • 35. 2015 ekonomik krizi

    akrabalarım teker teker işsiz kalmaya başladı bile. komik olan ise çoğunun malum partiyi desteklemesi. çocuklarına harçlık veremedikleri günler gelecek. benimse aklıma ali ismail'e terörist dedikleri sohbetler gelecek.

    (bkz: yaa akraba kardeş çok rahat konuşuyordun)

  • 36. kiralık aşk

    defne'den geliyor;

    - erkek olarak bi sus!

    (bkz: bir kadın olarak sus)

  • 37. silvan'da özel harekatçıların videosu

    carl schmitt, siyasal ilahiyat'ta egemenliğin geleneksel hukuk kuramında "en üstün, en büyük, en bağımsız vs. asli güç" şeklinde tanımından yola çıkıp, fiili güç ile hukuki güç arasındaki ilişkiyi egemenlik kuramının temel problemi olarak ortaya koyar. rousseau'nun toplumsal sözleşmesine atıfla, "güç, fiziksel kudrettir, haydutun elindeki silah da kudrettir."

    siyasi ilahiyat bölümü de, modern devlet kuramının bütün kavramlarının, dünyevileştirilmiş ilahiyat kavramları olduğunu söylemekle başlar. kadir-i mutlak, kanun koyucudur. hukuktaki olağanüstü hal, teolojideki mucize kavramına tekabül eder: doğa kanunlarına müdahale ile oluşan bir istisna hali, bir nevi, tanrının kendi hukukunu askıya alması. devlet de, olağanüstü hale karar verdiği zaman hukuku askıya alır, ve kendisini "egemen" yapan şey tam da budur: egemen, olağanüstü hale karar verebilendir. hukukun hangi durumlarda, ne ölçüde askıya alınabileceğine, kamu düzeninin ne olduğuna ve hangi durumlarda bozulmuş sayılacağına kim karar verebiliyorsa, egemen odur. devletin çıkarlarına o karar verir, çıkarı tehlikede gördüğü an, kamu düzeninin bozulduğuna karar verir ve bir "zorunluluk" sonucu hukuku askıya alır.

    kanun koyucunun, kendi koyduğu kanunla olan ilişkisi, kanuna ne ölçüde bağlı olduğu ve ne gibi bir sorumluluk taşıdığı, hem hukuki hem de teolojik açıdan kadim bir tartışmadır. tanrının "iyi" bir varlık olmak zorunda olup olmadığı, doğası gereği iyi olduğu veya verdiği sözle kendisini bağladığı gibi yaklaşımların tanrının kudretini ve irade özgürlüğünü sınırladığı şeklindeki tartışma çok ilginçtir mesela, şurada bir yerlerde değinmiştim daha önce: (bkz: kötülük problemi/@maarri) islam kelamındaki hüsün ve kubuh tartışması da bu mevzuyla doğrudan ilişkilidir: şeyler tanrı yasakladığı için mi kötüdür, yoksa kötü oldukları için mi tanrı yasaklamıştır? özünde, "hayatta en hakiki mürşit akıl mıdır vahiy midir?" sorusunda düğümlenen kelam savaşlarında, mutezilenin başını çektiği, aklı ve bilimi mürşit kabul etmeye meyyal güruh, iyiliği ve kötülüğü zati vasıflar olarak kabul etmiş, insanın iyiyi ve kötüyü akılla bilebileceği düşüncesinden yola çıkmış ve allah'ın bir şeyleri "kötü" oldukları için yasakladığını savunmuştur. aksi halde, tanrı'nın bir şeyleri yasaklamasında herhangi bir hikmet yoktur, bu tam olarak "keyfi" bir uygulamadır ve her keyfi uygulama bir zulüm potansiyelidir. ontolojik olarak da, tanrı yasaklayana kadar şeyler "iyi" veya "kötü" diye birbirinden ayırt edilemeyecek durumdaysa, birbirine tamamen zıt davranışların varlıkları ve değerleri birbirine tamamen eşit durumdaysa, din anlamını yitirmektedir, bu davranışların birini "farz" diğerini de "haram" kılmak tamamen keyfi bir uygulama haline gelmektedir.

    eşari'nin başını çektiği ve ehli sünnete çoğunlukla hakim olan yaklaşım ise, iyiliği ve kötülüğü itibari olarak değerlendirir ve "kötü olduğu için yasaklanmadı, yasaklandığı için kötü" anlayışında karar kılar. tartışma epey uzun sürer ve epey hararet yaratır, gazali eninde sonunda masaya vurur ve ortalığı dağıtır. (çünkü ortalığın dağıtılmasında hayır vardır.) mutezilenin argümanındaki tehlike açıktır: şeylere allah'tan bağımsız bir iyilik veya kötülük atfetmek, allah'tan bağımsız ve "haşa" allah'tan üstün, aşkın bir ahlak yasasını kabul etmek demektir. bir mümin için ahlakın zemini allah olmalıdır, aksi halde allah'ı aşan, onun da tabi olduğu bir yasadan bahsetmiş oluruz ki, itikadi açıdan kendimizi epey sıkıntıya sokarız. var olan her şey allah'ın mülküdür, allah kendi mülkü üzerinde dilediği gibi tasarruf eder, hiç kimse onu zulümle itham edemez, bu ithamı yapabilmek için allah'ın üstünde bir ahlak yasasına iman etmek gerekir, böyle bir yasa var olamaz.

    gazali'den tekrar schmitt'e dönebiliriz. hukukun kendi başına, kağıt üstündeki değeri sürekli yeniden sorgulamaya tabidir, her norm bir başka norma atıfla norm haline gelir, bütün bunların nihai atfı, hukuku uygulayan ve canı istediği zaman askıya alma yetkisini de elinde tutan fiziksel güçte somutlaşır. hukukun ve devletin birbiriyle ne derece özdeş görüldüğü, birbirleriyle olan ilişkisi, ahlak yasasının cennet ve cehennem sonuçlarıyla tanrı'nın gücü ve cebri ile olan ilişkisiyle birlikte okunur, nihayetinde her şey olacağına varır.

    bugün islam dünyasının ve türkiye'nin durumunda, tartışmanın galibinin gazali olmasının payı vardır. elbette, gazali'yi ortaya çıkaran ve tartışmada galip gelmesini sağlayan yapısal koşulları anlamak gerekir. nihayetinde, yüzünü batıya, laikliğe, rasyonaliteye, aklın ve bilimin irşadına dönme iddiasında bir rejimin ürettiği nesillerin hal-i pürmelalini idrak edebilmek için siyasi ilahiyata bir araştırma alanı olarak daha yoğun ilgi göstermek gerekiyor. sünni ortodoks itikadın bir devlet ideolojisi olarak şekillenmesi ve muktedire biat kültürünü kurumsallaştırması, laik bir din olarak kemalist milliyetçilikle harmanlanınca tünelin ucu işte böyle bir yere varıyor. sen de mi kaçtın mahmut hoca?

    bu başlık çok eğlenceli olmuş, baştan sona bütün entryleri yüzümde bir sırıtışla okudum. atatürk çocuklarının, "ateistim ama çok hoşuma gitti" şeklinde yorumladığı bu videoda özel harekatçıların ağızlarından çıkan "allahuekber" nidası, bayrağın silah zoruyla dikilmesi ve ardından silahla rastgele havaya açılan ateşle egemenliğin perçinlenmesi, "ekber" olana atfı devletle okumayı elzem kılıyor. tanrı burada sadece, devlet egemenliğinin sürekliliği ve aşkınlığını mistik bir haleyle kutsamak için istihdam edilmektedir: yani tanrının telefonu kapalıdır, aradığınız zaman devlete yönlendirilirsiniz. özel harekatçının "ekber" diye bahsettiği şey, tanrı değil, devlettir. bu sayede bir ateist de, "allahuekber"deki allah'ın "allah" olmadığını bilir, bu yüzden rahatsız olmaz, çünkü kendi taptığı tanrıdan bahsedildiğinin farkındadır. iyinin ve kötünün ötesinde, tanrıya tapmak, güce tapmaktır. ve somut olarak deneyimlenen, gücün devlette tecelli etmesi, bayrağın tekbirle dikilmesi şeklinde bir ilişkiye dönüşmesi bu açıdan anlamlıdır.

    gerçek çok açıktır: bu ülkede en muktedir, en güçlü, en yaygın, en müesses din, devlet dinidir. müslümanı da, ateisti de aynı safta buluşur ve ahlakını, vicdanını devlete endeksler, devletle günceller. devlet de, alabildiğine somutlaştığı haliyle, saf şiddetle anlamlanır: "türkün gücünü göreceksiniz" diye böğürürken de türkün tininin kendi ifadesini bulduğu varsayılan devlet gücüne referans verilir. devlet, rastgele havaya ateş açabilendir, yere yatırıp ellerini tersten kelepçeleyip tepende namluyla bağırabilendir.

    devleti, bir toplumsal sözleşme olarak, belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan insanların güvenliğini, hak ve özgürlüklerini korumak ve geliştirmekle mükellef bir örgütlenme olarak, "halk egemenliği"ne dayalı demokrasi ve hukuk devleti olarak anlamlandırmaya ve meşrulaştırmaya yönelik çabanın pratikte zortlamasını, bu tür somut güç gösterisinden orgazm olan tebaanın ağzından akan salyalarda müşahede ederiz. tebaanın nezdinde devlet bir araç değil amaçtır, egemenliğin kaynağı da halk ve rızası filan değildir, ateşli silahtır. bu irrasyonellik ve dayandığı iğrenç ahlak zemini, bu görüntüdeki acziyeti gözden kaçırmaya yönelik başarılı bir çarpıtmayla kendisini dışa vurur. bir toprak parçasına, üzerinde yaşayan insanların rızasını almaya ihtiyaç duymadan, onların düşmanlığı pahasına hakimiyet tesis etmeye çalışırsınız ve "iyi" olan, halkın rızasının egemen olması değil, devletin egemen olması haline gelir. gazali'nin çocukları ve atatürk'ün çocukları böylelikle aynı safta namaza durur. toprağa anlam veren, üzerinde yaşayan insanlar olmaktan çıkar, o insanları yok etmek pahasına toprak üzerindeki hakimiyet kutsanır. bunu, 100 sene önce işgal kuvvetlerine karşı verilen bir mücadeleyi eğitim müfredatının göbeğine koyan bir ülkede, ironik bir ibadete çevirirsiniz. bu sefaleti açıklamak ve meşrulaştırmak içinse, güce tapındığınızı kendinize itiraf etmekten aciz olduğunuz için hemen vicdana başvurur ve karşınızdaki şeytani gücün "bebek katili" olduğunu vurgularsınız.

    eğer bir şehirde bayrağınızı silah zoruyla dikiyorsanız, o şehrin halkı size düşmansa ve bunu biliyorsanız, bunu bile bile o bayrağı silah zoruyla dalgalandırmaya çalışıyorsanız; egemenliği halkın rızasına değil, somut maddi güce, fiziksel şiddete dayandırdığınızı açık ve net bir şekilde ortaya koyarsınız. bir işgalci olduğunuzu düşünmemek için olağanüstü çaba sarf edebilir ve kendinizi kandırmakta epey başarılı da olabilirsiniz, ama hakikat ortadan kalkmaz maalesef.

    eğer işgalci bir hüviyete sahip olmak, işgalci olarak görülmemek gibi bir arzunuz varsa, toprağa değil, üzerinde yaşayan insanlara anlam vermeyi, toprağa anlam verenin de insan olduğunu idrak etmeyi denemelisiniz. o insanların rızasına aykırı olarak kurduğunuz ilişki, bir tahakküm ve zulüm ilişkisinden başka bir şey değildir. eğer her değeri anlamlandıran insan hayatına değer veriyorsanız, her gün insanların ölümüne zemin olan bu ilişkiyi sorgulamak ve silah zoruyla değil, insanların rızasıyla, eşit katılımıyla kurulmuş bir yönetim örgütlenmesini savunmak zorundasınız.

  • 38. türk milletinin sabrının taşma eşiği

    allah'ın mhp'lisi gelmiş, bilmem napmıyorsak sabrımızdan demiş.

    mhp'lilerin bir şey yapmamasının tek nedeni vardır; devlet arkalarında değildir. mesela bunlar çözüm süreci denen akp'nin kürtleri kandırma politikası boyunca kudurup duruyorlardı vatan hainleri diye. peki mhp'lilerden ciddi, ses getirecek bir eylem, bir aksiyon gördük mü o dönemde? hayır. megri'li halaylar çekildi, haburdan pkk'lılar girdi, devlet öcalan'la görüştü, kürdistan lafları edildi. mhp'liler kudurup duruyordu, ne yaptılar? hiçbir şey. çünkü mhp tarihi boyunca devletin piyonu olmuştur. polis-devlet destekli şehir eşkıyalığından öte bir şey yaptıkları görülmemiştir. üniversite kavgalarında bile böyledirler. ellerinde satır, sopayla güvenliğin yanından girip solculara saldırırlar, solcular karşılık verince güvenlik+çevik kuvvet okulu basar, solcuları gözaltına alır. mhp'lilerin tarihi görevi, devlet tarafından kullanılıp atılmaktır. o yüzden bu aralar "sabırları" taşabilir. akp iktidarda kalsın, tayyip sarayında mutlu olsun diye batıda hdp'lileri linç dip doğu'da halka kurşun sıkabilirler. bu tabii ki sabırları taştığı için böyledir, kullanılma sıraları geldiği için değil.

  • 39. bedelli parası olmadığı için askere gidip ölmek

    ha-ha sosyal devletlerin geldiği son nokta. 18 bin liran olmadığı için veya baban seni kolejlere gönderip, akabinde yine parasıyla özel üniversitelerden diplomanı da alamadığından dolayı kısa dönem gitmeye de layık olamıyor, askere gidip ölüyorsun. yaşıtların babasının jetta'sıyla istanbul sokaklarında gezip veya şu güzel yaz günlerinde serin serin akdeniz sularına atlarken, sen ağır mühimmatlarınla dağ bayır geziyorsun.

  • 40. afyon kocatepe üniversitesi yüksek lisans rezaleti

    inanılmaz bir rezalet.

    bir insan neden afyon'da yüksek lisans yapmak istesin ki? cidden rezalet ya!

  • 41. carles puyol

    akılda hoş anılar bırakan efsane:

    https://fbcdn-video-e-a.akamaihd.net/…a8fccdb792925

  • 42. orta doğu

    2009 yılı sonları, kudüs'teyim. gazze'de bir okulun bilgisayar ihtiyacı varmış, gittim görüştüm. elçilikten teyit aldım. 15-20 adet bilgisayar bağışlanacak. elçiliğin yazılı olmayan bir ricası vardır genel olarak: "harcamalarınızı ve banka işlerinizi filistin topraklarında yapın, destek olsun". haftalık alışveriş yapacağım mesela, makarna, peynir, et, yoğurt, eti cin alacağım, atlıyorum arabaya batı şeria duvarlarının içine giriyorum, tafeer diye bir büyük market var, mukata yolunda, ne gerekliyse arabaya yüklenip geliyorum. paramı arab islamic bank'ta tutuyorum falan filan.

    özetle, bilgisayarları da filistin topraklarından alacağım. okuldan herhangi bir konfigürasyon talebi gelmedi ama fiyat araştırması için kafamda ssg'nin bilgisayar fiyatı teoremi var. ilk önce ramallah'ın en büyük avm'sine gidiyorum. pek iyi bilgisayar yok, fiyatları da pahalı. benle ilgilenen eleman da yavşağın önde gideni, ağzında kürdanla goygoy yapıyor bana. oradan çıkıp şehir merkezindeki bilgisayar mağazalarına gidiyorum. hepsine derdimi anlatıyorum, "bak bunlar gazzeli çocuklara bağış olacak, siz de destek olun, daha çok alayım"... 4 büyük mağaza gezdim, sadece bir tanesi "ok" dedi, o da fatura veremeyeceğini söyledi. zaten arap coğrafyasında fatura istediğinizde alacağınız cevap bellidir: bukra inşallah

    ertesi gün de dahil olmak üzere ramallah ve el bireh'te onun üzerinde mağaza gezdim, bir tanesi hariç hiçbiri fiyatta bir $ dahi inmedi, inen de işte zaten fatura vermeyeceğini söyledi.

    o sinirle kudüs'e döndüm, taraf yahudi'de içinde teknosa mediamarkt benzeri mağazaların olduğu büyük bir mall'a girdim. ilk mağaza istediğim fiyatı verdi, fatura zaten sorun değil. "bağış parayla çocuklara bir şeyler alınacak, daha ucuza bulurum belki" diye gezmeye devam ettim. üçüncü mağaza toplu alım için %10 iskonto verdi. filistinli çocuklara alıyorum dedim, ilk başta ık mık etti. sonra mağaza müdürü de geldi, türkiye yahudisi bir kadın, insaflı bir kadındı da, "çocuğun milliyeti olmaz" diye %5 iskonto daha aldım.

    benim için koskoca orta doğu coğrafyasında israil halkının "iletişim kurulabilir" kalabilmesinin özeti bu hikaye. o devleti manyak israil'den kudüs'teki radikalleri (haredimleri, meir kahanecileri, arap şeyhleri vs) sil at, mesela git tel aviv'e, haifa'ya, modi'in'e, aşdod'a, kulaklığını tak yürü, kadıköy'de, beşiktaş'ta, alsancak'ta, tunalı'daymış gibi hissedersin. içinde bulunduğumuz coğrafyada -halk olarak- sadece bizde ve israil'de var bu huzur hali, iyi kötü var işte. ülkenin belirli köşelerindesıkışıp kalmışsa da hala var.

    bir de hani gitmek istemediğin şehirler, semtler var. ya da uzak kalmak istediğin insanlar. akşamları huzursuz yürüdüğün sokaklarında asker uğurlamak için havaya ateş açanlar, düğün teklifi için otoban durduranlar, "zaten yabancı" diye tecavüz edenler, hayvan koruma derneği açılışında kurban kesenler, çöpünü sokağa atanlar, bırak dinciliği mezhepçiler... gazeteci katledilir; demokrasi şehidi! profesör öldürülür; bilim şehidi! asker boşu boşuna ölür; vatan şehidi! işçi göçükte ölür; maden şehidi! her tarafımızda aynı insanlar; yaşamayı beceremeyen, ölümü kutsayanlar...

    13 yıldır ülke günbegün orta doğu'ya has uyuşukluk ve nefrete saplanıyor. bir taraf pkk'ya epik-romantik destanlar yazıyor, bir taraf ışid'e dua ediyor. adeta methiyeler yarıştırılıyor (meraklısına ilgili fıkra: bizim kız da orospu oldu ama sizin kadar güzel anlatamıyoruz). başka bir taraf siyah boyalarını sürmüş savaş istiyor. en bilinçsizi halife-diktatörlük hevesinde, geri kalan hiçbir şey yokmuş gibi izliyor.

    kimse de birbirine dur demiyor. köprüden önce son çıkışa yaklaşıyoruz, günbegün daha fazla orta doğu oluyoruz.
    mevzu biraz da bu bence.

  • 43. kemal kılıçdaroğlu

    seçim sürecinin başlamasıyla yine 50-150 entry'si olan aktroller kış uykusundan uyanıp sallamaya başlamış "başarısız" diye.

    ecevit'ten bu yana en başarılı sosyal demokrat lider.

  • 44. rte düşsün diye asker öldürüyoruz

    kimin ağzından çıktığını merak ettiğim söz. desteksiz sallamakla olmaz o işler. şimdilik akp'yi temize çıkarmaya çalışan bir trollün ortaya attığı bir beyan olarak gözüküyor.

    yine başladınız tüm dünya rte'ye karşı edebiyatına. mağduriyetini siktiklerim.

    edit: peki ya akp iktidar olmadı diye ülke yangın yerine döndü diye basbas bağıran akp kadrosunu ne yapacağız sayın amınakoduğum?

  • 45. yaratılışımızla birlikte bizle var olan deliller

    (bkz: okumadım kardeş imanımız yoktu)

  • 46. cep telefonuna işyeri mailini senkronize etmek

    yıl olmuş 2015, telefonların yetenekleri almış başını gitmiş hala dert ettiğiniz şeye bak.

    senkron edersiniz uyarıları kapatırsınız, ya da iş saati içinde senkron edecek şekilde ayarlarsınız. mail gelince bakacaksınız diye bir zorunluluk var da haberimiz mi yok.

    zaten acil birşeyse mail atmazlar, ararlar.

    mecburi edit: sizde nasıl bir kafa var arkadaş. telefona mail hesabını ekleyince her gelen maile bakma zorunluluğu, ya da cevap yazma zorunluluğu da mı geliyor anlamıyorum ki. bakmak istersen bakarsın, elin boştur işinle ilgilenmek istersen bakarsın yoksa sallar geçersin.

  • 47. recep tayyip erdoğan

    "bu ülke şehit kanıyla yoğurulmuştur. şehit kanıyla yoğurulmaya da devam edecektir" dedi.

    "niye anamuhalefet başkanına verecekmişim görevi, ben anayasal yetkimi biliyorum, zaman kaybetmeye ne gerek var, pazartesi 45 günü doluyor işte, seçime gideceğiz" dedi.

    "seçim için emniyet birimlerimiz önlem almaya başlamıştır" dedi.

    ağzından zehir çıkıyor. ağzından çıkan zehire, o seçime kadar, yüzlerce kişi daha ölecek. bu adam, doğudan oy verilmemesi için, bugün yaşananların bin katını yaşatacak. göreceksiniz.

  • 48. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    google chrome ve firefox için ''iamtranslator'' diye bir eklenti var. bu eklentiyi yüklediğiniz zaman herhangi bir sitede üzerine gelip seçtiğiniz herhangi bir kelimeyi anında türkçeye çeviriyor. istediğiniz türkçe kelimeyi de ingilizceye çeviriyor. ingilizce dışında bir çok dil seçeneği de var.

  • 49. bir otelin kalitesiz olduğunu gösteren detaylar

    aslinda cok var. ama birkac tanesini sayabilirim.

    - oncelikle otel ucretini giriste tahsil etmek istemeleri.

    - kahvaltida oda numarasi sormak icin gelen gorevliler.

    - odada ikram olarak icecek bir ufak su, cay-kahve bile bulundurmamasi.

    - otele giriste elinizde tasinacak canta olmamasina ragmen sirf bahsis koparmak icin odaya kadar eslik etmeye kalkan, gereksiz yere lafi uzatan bellboylar.

    - otoparktan para alinmasi.

    - en cok guldugum de "otele disardan yiyecek-icecek" getirmek yasaktir uyarisi koymalari. 4 yildizli otellerde bile gordum.

    edit: son madde ile ilgili soyle bir uyari geldi, ben isin bu boyutunu pek dusunmemistim:

    dışardan yiyecek içecek getirip ve bunlardan zehirlenip suçu otel yemeklerine atmaya çalışanlara yönelik bir önlem. başı ciddi belaya giren oteller var bu yüzden.

  • 50. cem uzan denince akla gelenler

    ananın amına beton dökerim, baban bile sikemez... yesim salkıma söylemiştir bunu. idolümdür kendisi. cok agresifti, cok kişiyle çarpıştı ama koçlar gibi ceket ilikleyerek araba kapısı açmadı. kapitalist gibi kapitalisttir kendisi. çarıkli limaklara ağaoğlu 'na benzemez.

    geri gel sarı saçlım mavi gözlüm.... gel de çomarları hakettiği gibi sik.