Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. ben de bir çobanım

    şu sıralar "milli tarım projesi" konuşmasında tarımın ve hayvancılığın önemini anlatmaya çalışan recep tayyip erdoğan'ın kendisini tanımlama şekli.

    bir insan koyun güttüğünü bu kadar güzel anlatamazdı. sjsjsnsnsnsbdbsnskan.

  • 2. 19 tane sebze çeşidi nedir ya

    basligi okur okumaz kimin soyledigini hemen anladim.beynimin icinde yankilandi hangi ton ve vurguyla soylendigi.
    14 yildir sikmis birakmis beynimizi amk.
    iste bu bir virus olabilir.

  • 3. dolar 3.30 tl olmuş amerika düşünsün

    tam hali ''dolar 3.30 tl olmuş. olsun. bize ne elalemin parasından. amerika düşünsün.'' olan müthiş bir meryem gayberi tespiti.

    sanırım hanımefendi amerika birleşik devletleri'nde 1 amerikan dolarının, 3.30 amerikan dolarına eşit olduğunu düşünüyor.

    https://twitter.com/…tus/798191970472620033?lang=tr

    kafalar diyorum, bunlar çok güzel kafalar. *

  • 4. bayülgen'in diriliş ertuğrul ile dalga geçmesi

  • 5. 400 ekşi sözlük yazarının fransa'ya taşınması

    türkiye'den siktir olup gitmek başlığının her gün türlü arzular, hayaller ile dolup taşması üzerine yatırım tavsiyesi olarak pekala gerçekleşebilecek hadisedir. tabii bu 400 kişinin nuh'un gemisi misali türlü meslek gruplarına mensup insanlardan oluşmasının sürdürülebilir bir topluluk adına daha hayra geçeceği de kesindir.

    bize bu ilhamı veren fransa'nın nouvelle-aquitaine bölgesindeki corrèze ilinin salon-la-tour köyünde (köyün ismi bile karizma) 1975 dönümlük alanda konumlanmış 15. yüzyıldan kalma bir şatonun €3,937,500'ya satılık olmasıdır. bakınız bu fiyata aramızda rezidans alan hayvanlar var.

    öncelikle şatomuzun tepeden drone ile çekilmiş görüntüsü burada. daha yakın plandan çekilmiş videosu da burada.

    buradan da ilan detayını görebilirsiniz.

    şatonun içinde yer alan arsanın büyüklüğünü anlamanız için istanbul'da, tarihi yarımada üzerindeki izdüşümü. şatonun google maps'ten görünümü. burasının ülke olan monako ile nerdeyse aynı boyutta olduğunu da ek olarak belirtelim.

    sırf arsanın satılık olduğunu düşünsek arsanın metrekare başına maliyeti dahi 2 eurodan az bir paraya tekabül ediyor. malum 400'ün 10biner euro koyması halinde burası pekala satın alınabilir. (bkz: hesaplayan adamlar) restorasyon sürecini ise şatonun içinde yer alan şapeli mescide çevireceğimizi söyleyerek türkiye'den hibe almak suretiyle bedavaya getiriyoruz. arsanın içinde yer alan türlü ahırları ve mandıraları sürdürülebilir bir ekolojik yaşam ve ekolojik turizm ayağına kullanabileceğimiz gibi türkiye'de milyonlarca gerizekalı tarafından izlenen dizilerin yapımcılarına şatonun kendisi ile beraber film platosu olarak da kullandırtabiliriz.

    edit: şatomuzun ismi château de la grénerie imiş. böyle de kımıl kımıl bir havuzumuz varmış haberimiz yok.

    köyümüzü gösteren video da burada. muhtar efendi bir adama benziyor, muhtar önemli.

    edit ii: tahmin ettiğim üzere bazılarına dert olmuş, gerizekalı turnusolü haline gelmiş acil eylem planıdır. (bkz: ironiyi anlamayan nesle aşina değilim) "yeter ki siktir olup gidin tüm masraflarınızı biz karşılayalım" diyen tüm fakirlere hesap numarası vermeyi de kendimize görev addederiz.

    iş bankası tr700006400000110420714327

    katılım bankası tipi faizsiz kredi kartından bağış yapmak isteyenler için de linkimiz var.

    edit iii: şatonun tarihini kazdıkça altından ilginç hikayeler çıkıyor. eskiden sahibi thor isimli zengin ama eli ve gönlü açık, bölge halkı tarafından çok sevilen norveçli bir abimizmiş. kendisi çok erken yaşta, 58 yaşında vefat etmiş. şatoda bir uğursuzluk da olabilir takdiri size bırakıyorum. şatoyu da 2002 yılında yaklaşık 1 milyon euroya almış (oha) ama anladığım kadarıyla aldığından fazlasını da buraya harcamış. araba meraklısı bir insan olduğundan 50 araçlık bir yeraltı garajı dahi yaptırmış. daha sonra şato mirasçıları tarafından endonezyalı bir otel grubuna satılmış, ki yüzümüz burda gülüyor; keza müslüman kardeşlerimiz ayağına ciddi bir indirim koparmamız söz konusu olabilir:)

  • 6. 14 kasım 2016 radyasyon trollüğü

  • 7. ankara'da toplu taşıma

    - bütün toplu taşıma sistemi kızılay'a gidecek şekilde planlanmıştır. böyle bir saçmalığı kimler neden planlamıştır, bilinmez. batıkent'ten çayyolu'na kızılay üzerinden devasa bir u çizerek gidersiniz.

    - ankara'nın iki ana gelişim arteri olan istanbul yolu ve eskişehir yolu arasında uzun yıllar boyunca bağlantı sağlanamamıştı, şaşmaz bulvarı ve anadolu bulvarı'nı yeni açtılar fakat üzerlerinde hala doğru dürüst bir toplu taşıma bağlantısı yok.

    - hangi metroyu yapsalar, mutlaka kızılay'a bağlıyorlar. yeni açılacak olan keçiören metrosu'nu da kızılay'a bağlayacaklarmış, halihazırdaki kızılay metro istasyonu yetmeyeceği için, yanına yeni bir istasyon yapılması planlanmış. kafalar güzel valla bu arkadaşların.

    - ankaray'da aşti'nin söğütözü metro istasyonuna bağlantısı, inşaatı yıllar önce bittiği halde inatla açılmıyor. çayyolu'ndan aşti'ye kızılay'dan dönerek gidebiliyorsunuz yine.

    - uzun süredir küçücük şehirlerimizde bile kullanılan kentkart sistemi ankara'ya iki sene önce gelebildi.

    - toplu taşımda sürekli kullananlar için özendirici herhangi bir sistem hiç bir zaman olmadı. tek biniş zaten pahalı, daha düşük ücrete mukabil aylık abonman gibi uygulamalar hiç yok. tek gidiş de, yirmi gidiş de aynı para.

    - efektif toplu taşımada saat 22 çoğu güzergah için son vakit. ondan sonraya kalırsanız allah kerim.

    - havalimanı bağlantısını melih gökçek tekeline aldı ve fahiş fiyat çekiliyor. şimdi aşti'yi de şehir dışına alacaklar ve otogar da esenboğa gibi olacak.

    - bir zamanlar yavaş da olsa iş gören ve ankara'nın iki ücra yakasını şehir merkezine bağlayan sincan kayaş banliyö treni yıllardır size ömür. başkentray olarak döneceği günleri bekliyoruz.

    - ülkenin başkentinde 1 metre bile bisiklet yolu bulunmamakta. sembolik, göz boyama namına bile birşey yok yani, düşünün.

    - tramvay mı, o da nesi?

    - toplu taşımda kullanılabilecek en pahalı ve en verimsiz seçeneklerden biri olan teleferik de yine bu şehrin yöneticilerinin dahiyane çözümü. acaba dünyanın başka hangi şehrinde böyle bir çözüm var merak ediyorum. paralı olsa kimsenin binmeyeceğini farkettikleri için, açıldığı günden beridir kaç yıldır yenimahalle metrosu-şentepe teleferik projesi bedava.

    - dolmuş terörüne, melih gökçek'in oğlunun işlettiği söylenen beyaz midibüsler de eklendi, şahane oldu.

    - sayın başkan, 25 yıllık yayın hayatında tek bir metro açamadı. yılan hikayesine dönen çayyolu ve sincan metroları ulaştırma bakanlığı tarafından açıldı. keçiören metrosu binyıllardır açılmıyor. bu açılan metro hatları da gayet inefektif, yavaş, seyrek ve kalabalık. çayyolu metrosunun durakları çok yanlış planlanmış durumda vs.

    - sayın başkan toplu taşımaya yatırım yapmak, koşulları iyileştirmek yerine habire yol, otoyol, altgeçit, köprülü kavşak falan yaparak hep otomobilli ulaşımı teşvik edici davranıyor. sonra da neden "o kadar yol yaptık, nasıl hala trafik oluyor?" bak şu allahın işine.

    aslında daha saydırılır ama burada keseyim, çok asap bozucu zira.

  • 8. selami şahin'in irem derici'yi mayoyla görmesi

    selami şahin'in kafasında peruk olduğu için, ben de kafasına takacağını pek düşünmüyorum. sevgiler.

  • 9. ekşi sözlük'te unutulmaz olaylar

    muhtemelen bunlar arasında en önemlisi gök yeleli bozkurt olayı

    ne ifşaa dönmüştü lan o zaman.

  • 10. türkiye'nin en iyi 10 milfi

    başlığı türkiye'nin en iyi 10 filmi diye okudum, ne yazmışlar allah aşkına diye girdim. kendimi kanatlı hayvanları koruma derneğine girip içeride horoz dövüşüyle karşılaşan biri gibi hissediyorum.

  • 11. 14 kasım 2016 dolar kuru

    3.27. süper başladı haftaya. merkez bankası müdahale edecek 2.02 olacak. ali şen başkan fenerbahçe şampiyon olacak. 5.günün şafağında gandalf gelecek.

  • 12. 14 yıldır ingilizce öğrenemeyen devlet büyüğü

    bu adama fahri doktora vere vere kendisini akademisyen zannettirdiler. tünele girip baret takıyor, mühendisim zannediyor; hastane denetlerken beyaz önlük giyiyor, hekim olduğunu zannediyor; yargı üyelerine posta koyuyor, savcı oldum zannediyor...
    bence bu ülke malum şahsın rüyası. geri kalan herkes de tuzluk.

  • 13. avustralya'da yaşamaktan nefret etme sebepleri

  • 14. obama'nın sipariş ettiği 65 bin dolarlık pizza

    birsey anladiysam arap olayim.

  • 15. çobanlığın felsefesini anlamayan insan yönetemez

    açık açık hepiniz koyunsunuz demiş adam. daha ne desin.

  • 16. borcunu hatırlatmazsan hatırlamayan tip

    sorumsuz lavuğun tekidir.

    bu adamın daha komplike bir türü de sen cebindeki üç kuruşu vermiş ve bir süre idareli gitmeye çalışırken; bu param yok diye ağlayan yavşak ona buna yemek ısmarlar, sigarasından da taviz vermez.
    senin gitmek isteyip de "neyse kalsın şimdi çok gerek yok" dediğin bütün konserlere gider, tatilini yapar.
    bir süre sonra zaten borç zaman aşımına uğrar; sen de paranın gelmeyeceğini anlayıp hesaplarını bu yönde revize edersin.

    ayrıca

    (bkz: alacağını istemenin borç istemekten daha zor olması)

  • 17. öğrenim kredisi borçları silinsin kampanyası

    öderken zorlanacağını bildiği için kredi almayan biri olarak desteklemiyorum.
    parayı yerken iyiydi?

  • 18. berjer şifonyer portmanto nedir bilen erkek

    marangoz olabilir. mobilyacı da.

  • 19. 20 kasım 2016 teslim olmayacağız mitingi

    amına kodumun vatan dağıtıcıları tarafından vatansız solcuların olacağı varsayılmış. ben de orospu çocuğu hırsızların katılmayacağı etkinlik diye varsayayım o zaman değil mi ak koyun?

  • 20. 21 kasım 2016 tsl ve 1.lig yayın hakları ihalesi

    yere yatanın kalkmadığı, futbol kalitesinin yerlerde olduğu lig için yapılacak ihaledir. şu paralara yazık.

  • 21. recep tayyip erdoğan'ı sevmeyi denemek

    başka ülkelere silah göndererek binlerce masum insanın öldürülmesine sebep olmuş bir savaşın faili olan, kendi ülkesindeki vatandaşları bazen ordusuyla bazen de taşeron örgütlerle katleden bir adamı sevmeyi çalışmaktır.

    "insan" için mümkün olmayandır.

  • 22. 22 yaşındaki merve akgün'ü yaşatalım kampanyası

    gencecik bir can. beyninde 6 cm bir tümör var. ameliyat olabilir, hayata yeniden merhaba diyebilir. maalesef bu dünyada bu seçenek paraya bağlı. asgari ücretle çalışan ve dedesinin yanında kalan babasının bu ameliyatı karşılayacak herhangi bir geliri ve malı yok.

    ilgili link:

    hadi destek olalım. her birimiz 50-100 lira atsak bu hesaba bu para toplanır. bugün bir paket sigara içmeyelim. en kötü ihtimalle bir sigara paketinin karşılığını yollayalım. belki bir cana vesile oluruz. biraz daha nefes almasına, mutlu anlar yaşamasına.

    çok özür dilerim. böyle bir kampanya daha önce başlatıldı mı bilemiyorum. arattım ama bulamadım.

    edit: gerekli yardım toplanmış. mesaj atan arkadaşlara çok teşekkür ediyorum. yüce gönüllü tüm insanlara teşekkür ediyorum. iyi ki varsınız yazar dostlarım.

    not: inanın genç arkadaşımızla bir tanışıklığım ve yakınlığım yok. sadece sitede haberi görünce ekşi'nin istediğinde nasıl büyük ses getiren kampanyalara imza atabildiğini bildiğim için, hayra ve iyiliğe vesile olmak istedim. yazar arkadaşlardan bazıları genç kızımızın ailesiyle görüşmüş. gerekli miktar toplanmış. ben de bu şekilde editledim.

    helal olsun sizlere. bazen bir makale bulmak için oluyor bu yardım, bazen bir tecrübeyi aktararak bazen de hayat kurtararak. hala iyiliğe aç, her daim yardıma hazır insanların varlığından haberdar olmak büyük mutluluk. iyi ki varsınız! hepinize teşekkürler...

  • 23. senin her tarafın yaptırım olsa kaç yazar

    şen kardeşler kıraathanesi'nde sıradan bir gün.

  • 24. meme emmenin mantıklı bir yanının olmaması

    memesi emilirken çığlık atan yazarları deşifre etmiş başlıktır.

  • 25. istikrar için akp diyenler şimdi ne düşünüyorlar

    ekonomi yerlerde.
    akp geldi ohal bitti diyordunuz, ohal'in allah'ını yaşıyoruz.
    gazeteci, akademisyen, yazar tutuklanmayan kalmadı.
    cezaevlerinde doluluk oranı yüzde 120.
    bir tane iyi geçindiğimiz komşu ülke kalmadı.
    ab, abd karşımıza almadığımız kimse kalmadı.
    kürt barışı, kürt düşmanlığına döndü.
    analar ağlıyor mu? ağlıyor.
    kamudan 50.000'in üzerinde memur atılmış. yeni iç düşmanlar edindik.
    genelkurmay başkanı terör örgütü üyesi olmaktan yıllarca cezaevinde kaldı.
    her gün şehitler var.

    ama istikrar? siktirin.
    her şey bir yana bu ülkede insanlar birbirlerinden nefret etmeye başladı.

    nasıl bir istikrar kardeşim bu, aptal mısınız siz?
    böyle devam edebilir mi?

  • 26. ankara

    tiyatro, opera, bale, cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası, bilkent senfoni orkestrası,sergiler, sinema falan hep burda. her taraf müze. nasıl bir kültürel aktivite arıyorsunuz? denk gelmedim deyin, bilmediğiniz şey hakkında yok diye yorum yapmak biraz ayıp değil mi?

  • 27. elçin sangu

    bence bu geceki tavırlarıyla aşırı realistik bir seks oyuncağından fazlası olmadığını herkese göstermiştir.

  • 28. içerde

    --- spoiler ---

    sarp darbeyi haber veren eniştedir

    --- spoiler ---

  • 29. jetpack'lerin 2017'de satışa sunuluyor olması

    ötvyi ve kdvyi ekleyip daha sonra 2017 için doları 3.9 alınca, türkiye'deki tahmini fiyatı 2.3 milyon lira olmaktadır.

  • 30. yıl sonuna kadar ab üyeliğini millete götüreceğiz

    sanki almışlar da iş halk oylamasına kalmış gibi

    avrupa'ya vizesiz giriş işi vardı, ne oldu esas o ne oldu?

  • 31. the walking dead

    7.sezon 4.bölüm özeti

    --- spoiler ---

    cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.

    --- spoiler ---

  • 32. milli tarım projesi

    yerli tohum kullanana hapis cezası olan bir memlekette gerçekleşmesi düşünülmektedir.

    http://odatv.com/…iye-hapis-soku-1005131200_m.html#

  • 33. donald trump

    bu arada arkadaş ya adam gibi giriyi tamamen ingilizce yazın ya da türkçe. president elect'miş yok interviewmiş. bu ne lan. seçilmiş başkan olarak ilk mülakatını verdi demek çok mu zor. ne imiş abd'de yaşıyormuş. o zaman tüm giriyi ingilizce yaz.

  • 34. akp'nin yunanistan'a bıraktığı 18. ege adası

    (bkz: marathi adası)

    aydın il sınırları içinde olan marathi adası, nergizçik adası'nın 0.4 deniz mili batısındadır.
    misak-ı milli sınırları içinde yer alan bu ada lozan antlaşması ile yunanistan ya da italya'ya devredilmedi.
    4 ocak 1932'de imzalanan türk-italyan sözleşmesi'nin birinci maddesinde de marathi adası'nın türkiye'nin egemenliği altında olduğu belirtilmiştir.
    1943 tarihli ingiliz haritasında ve 1951 tarihli amerikan haritasında, marathi adası'nın türkiye'ye ait olduğu açıkça gösterilmiştir.

    ve şu an bu adada yunan bayrakları dalgalanmaktadır.

    teşekkürler akp

    teşekkürler erdoğan

    şimdi bu adam, bu adalar zaten lozan'da verilmişti dese, inanacak 40 milyon sığır var.

    ege adalarının lozan'da kaybedildiğini sanan bir ülke lideri düşünün. lozan'dan 10 sene önce uşi ile kaybedildiğinden bihaber.

    bkz.

    yav, ya da düşünmeyin. zaten yaşıyorsunuz. daha fazla ızdıraba gerek yok.

    sabah uyandım, haberleri açtım. bir yandan da ayılmak için kahvemi yudumluyorum, mağlum işe gideceğim...
    altyazı geçiyor; "erdoğan: ohal niye hemen kalksın? herkes işine gidip rahatça gelebiliyor."
    işte beni bir gülme tuttu o an. o kadar normalleştirmişiz ki herşeyi. böyle bir söz, cnntürk'te alt yazı olarak haber niteliğinde geçebiliyor.
    insanlar o kadar normal karşılıyor ki herşeyi.
    artık susmak zamanıdır.

    size de tavsiyem; çekin enfiyeyi, çekilin köşenize. s*kmek isteyen olursa da domalıverin 2 dk. alıştınız zaten.

  • 35. 14 kasım 2016 süper ay

    hakikaten çok güzel görünüyo bu kadar yakından görmek inanılmaz. evin içinde sanki mübarek bakar mısınız

  • 36. erkeklerin hep seks düşünmesi

    "çalışmalar erkeklerin doğumdan itibaren daha az kucağa alındığını ve kızlara göre daha az ilgi gördüğünü göstermektedir. yetişkinler olarak erkekler, hassas dokunmalara kadınlara göre daha az yanıt verici görünmektedir, ancak görüyorum ki erkekler bunun yoksunluğunu kadınlar kadar çekmektedir. yine kültürel şartlanma(gerçek erkekler kucağa alınmaz) veya eğitim yoksunluğu(bunu nasıl isteyeceğini bilmemek) nedeniyle erkekler kucaklanmayı istemezler.

    kadın danışanlarım ne zaman erkeklerin cinsellikle kafayı bozduğunu söyleseler bunu düşünürüm. 'eğer futbol sahası dışında dokunulduğum veya kucaklandığım tek yer cinsellik olsaydı, ben de öyle düşünürdüm' derim onlara"

    dr. sue johnson - hold me tight: seven conversations for a lifetime of love

  • 37. westworld

    --- spoiler 7 ---

    what door ile çtonk diye zaten tahmin ettiğimiz gerçeği yüzümüze vurdular. ulan bir karakter hakkındaki anlatım ancak bu kadar zekice ve tutarlı olabilirdi. bundan önceki bölümde ford'un birden odada belirmesinin sebebi de buymuş. bernard kapıyı önceki bölümde de görmedi. müthiş bir coherent continuum var dizide. hiç bozmasın.

    bu bölümden sonra ben ford'a iman etmeye ve kendisinin maeve'den falan da haberi olduğuna ikna olmaya başladım. bence sikişken kurul üyesi kavruk abla da host. ve ford theresa'yı gizli lab'e indirip öldürmek için o cam oda içindeki gösteriyi yaptı. theresa zavallısı da tuzağa düştü. ve tahminim bu gizli lab'de yaratılan o andoroyid de theresa olacak (çünküsü aşağıda). ford bu işi yıllardır yapıyor gibi. işine çomak sokan insanları öldürüp yerine hostlarını koyuyor.

    ilk bölümde bernard'ın theresa'yı detaylı incelemesini hatırlayın. adam resmen ford için theresa'nın vücut haritasını çıkarıyormuş uzun zamandır. ki ford exact replica üretebilsin. neticede adam tüm kontrole sahip.

    ayrıca bu demek oluyor ki bernard bir zamanlar insandı. olabilir yani. hikayeyi kes lan. ford cidden şeytan.

    bir yandan da dolores'in hikayesi aheste aheste ilerliyor. dizi öyle bir seyre girdi ki bir tarafta acayip olaylar olurken diğer taraftaki olay ağır ağır, soru işaretleriyle ilerliyor. bir yerde soruların cevapları verilirken diğer yerde yeni sorular sorduruyor. dolores o yeri nasıl çizdi? gibi.

    dizi değil başka bir şey bu.

    ayrıca hopkins: sen insan değilsin dayı. sen bambaşka bir şeysin.
    --- spoiler ---

  • 38. shameless

    şikago'ya gittiğimde gallahager' ların evini görmek için south side'a da uğrayarak bir nebze içine girdiğim dizi.

    https://3.bp.blogspot.com/…wacew/s1600/img_6942.jpg

    https://4.bp.blogspot.com/…dgcew/s1600/img_6941.jpg

    bu da , kev ve v'nin evi

    https://1.bp.blogspot.com/…qclcb/s1600/img_6945.jpg

    siz siz olun kıçınızı kollayarak gidin o mahallaye, pek tekin değil.

  • 39. 2016 ekonomik krizi

    #63527880 entry güncellemesi yapacağım kriz;

    1 adet ürün düşünün, kdv dahil dolar bazında fiyatları ve karşılığında ödenen türk lirası tutarı...

    kasım 2013 > 250 dolar (kdv dahil) > 482 tl

    aynı ürün hala kdv dahil 250 dolar; 3 yıldır fiyatı değişmedi ama 1 ay önce 755 tl'ye alabiliyorken 14/11/2016 itibarı ile 815 tl ödemem gerekiyor... bakın yaklaşık bir ay içinde ürünün asıl fiyatı değişmediği halde ehonomi çoh eyi olduğu için 60 tl fazladan para vermem gerekiyor...

    bakın çok enteresan editi : 1 saat önce 815 tl ödenemiz gereken ürüne saat 11:45 itibarı ile 820 tl ödememiz gerekiyor; işte bu krizin olmadığının en büyük göstergesidir arkadaşlar *

    durduramıyoruz editi : 822,5 tl

  • 40. 2017'de yapılacak ab referandumu

    ab destek fonları kesilse, avrupalı yabancı yatırımcı ülkeden elini çekse sürünmekten beter olacak kişilerin ab'ye hayır diyeceğini düşündüğüm referandumdur.

  • 41. bedelli askerlik

    kısa dönem askerlerin doğuya düşmesinin küçük bir ihtimal olduğunu düşünen askerlik uzmanlarını göstermiş başlıktır. 364-1 kısa dönem askerim. şu an yüksekova'da nöbet tutuyorum. benden önce gelen kısa dönemler sürekli yeniköprü karakoluna gönderilmiş. benden sonra 400 tane kısa dönem geliyor hakkari'ye. g3 görse yarım saat tetiği arayacak bu adamlar çukurca'da, şemdinli'de 12 saat kule nöbeti tutacaklar. durak karakoluna yapılan saldırıda şehit olanlardan biri asteğmendi. askerlik uzmanı arkadaşlar bilirler gerçi ama asteğmenler de üniversite mezunu normal insanlardır. bazıları asteğmen olmayı istemedikleri halde asteğmen yapılırlar. kusura bakmayın ama kimse bu korkuyu yaşamak zorunda değil. vatan millet sakarya'nızı - 30 derecede ileri karakol nöbeti tutanlara bir anlatın, bakın ne diyecekler.

    edit : sorun sadece pkk da değil. koğuşumuzda iki tane ağır rdm uzun dönem asker var. birisi sürekli esas duruşta atatürk büstüyle muhabbet ediyor. diğeri gecenin 3'ünde koğuşu gezip tek tek yataklara bakıyor. işin daha vahim yanı bu adamın dolabında iki tane bıçak yakalamış olmamız. yani işin özeti, askerliği evinde de yapsan, askerlik askerliktir. kimseyi buraya gelmek istemediği için suçlayamazsınız.

  • 42. dünyanın her yerinde marlboro'nun 1.5 dolar olması

    türkiye'de 12 lira olup yaklaşık 12 liraya denk gelmektedir.

  • 43. yeni başlayanlar için eve kız atmak

    eğer evi tam bilmiyorsanız asla yapılmaması gerekendir. üniversiteyi istanbul'da okuduğum için ailemle kalıyordum..dolayısıyla bizim ev hiç müsait değildi. bu yüzden istanbul'a okumaya gelmiş, yurtta kalmayan kişilerle aramı iyi tutmaktaydım. flört ettiğim birisi olursa akşama kadar dolaşıyor, sonra da "geç oldu ya istersen bana gel, sabah da beraber okula gideriz" diyordum. tabii ki "arkadaşın evine gidelim" diyemezdim çünkü bu doğrudan "hadi sevişelim" gibi bir şey oluyordu. kızlar böyle aleni hödüklüklerden hiç hoşlanmaz. her zaman aynı kişinin evini kullandığım için de eve korkunç derecede hakimdim, hiçbir sorun yaşamıyordum. ancak o hafta çocuğun memleketten babası falan geldiği için başka bir arkadaşımın evini ayarlamak zorunda kalmıştım. her neyse..biz kızla buluştuk, ettik, akşam oldu. "bende kal, sabah okula beraber gideriz" dedim, kabul etti. tek sorun; bu gideceğimiz eve o kadar hakim değilim. sadece daha önce 1-2 kere çok kısa süreli uğradığım olmuştu, hepsi bu. cihangir'in karanlık ara sokaklarında evin olduğu sokağı bulamamakla başladı tüm rezalet. hayır ne diyebilirsin ki? "ya valla sabah buradaydı yae ev!" mi diyeceksin ne diyeceksin? yaklaşık 45-50 dk köpek gibi dolandırdım kızı..ama böyle çaktırmadan dolandırıyorum. havada da bunaltıcı bi nem ve sıcak..o kadar bunaldı ki bi ara bakkala girip su aldı ve minibüsçüler gibi döktü suratına böyle eliyle. açıkçası bu hareket beni kendisinden biraz soğuttu ama yine de pek dert etmedim..nihayetinde buldum evi. arkadaşın verdiği anahtarlıkta takılı olan yaklaşık 6 anahtardan hangisinin apartman kapısına ait olduğunu bulmam 6. denememe nasip oldu. pardon 7. bir tanesini iki kere denedim. bir de böyle "allah allah niye açmıyor ya?" falan diye söyleniyorum kız şüphelenmesin diye. neyse apartmana girmesine girdik fakat bu sefer de daire kapısı zorluyor beni. içimden "inşallah doğru kapıyı zorluyorumdur" diye geçiriyorum..yüzümde kendine güvenen, kıza güven veren, komşulara korku salan garip bi ifade. içeriden fanilalı ekmek bıçaklı bir adam çıkmaması için dua ediyorum. allah'ın belası kapının da garip özellikleri var..kilidi ters tarafa çevirmen (kilitliyormuş gibi) ve aynı anda hayvan gibi kendine çekmen falan gerekiyor kapıyı. kız sıkılıp merdivene oturuyor, arada sönen apartman ışığını yakıyor benim için. sağ olsun yani o da uğraşıyor. tabii gecenin bir yarısı apartmanda bu kadar ses çıkartmam karşı dairedeki yaşlı komşunun dikkatini çekiyor..bir tıkırtı ve "oğlum?" diye bir ses duyuyorum tam arkamda. dönmüyorum. tıkır tıkır tıkır devam ediyorum ben işime..çünkü oğlu değilim. "ilyas sen misin oğlum??" diyor. ilyas benim arkadaş, evin gerçek sahibi. kaldırmıyorum kafayı, sanki ben ilyas'mışım da duymuyormuşum gibi yapıyorum. daha güçlü zorlamaya başlıyorum çünkü bir uçurumun kenarındayım ben artık, dönemem. dönersem daha kötü olacak her şey. kapı ve ben o gece orada o saniye birbirimizin oluyoruz. yalvarırcasına ve çaresizce kapının deliğine bakıp son bir kez daha bütün gücümle zorluyorum kilidi..acıyor bana ve açılıyor. hayatımda ilk kez kapı öpüyorum kapı. kızı tutup "ilyas sen misin ilyaaaas" başlıklı dramatik soundtrack eşliğinde "benim teyzecim benim sen yat" şeklinde bağırarak hızla eve girip kapıyı kapatıyorum. "bunak bu ya, bana sürekli 'ilyas' deyip duruyor hehe" diyorum, gülüyoruz. "lavabo nerede?" diyor. elimi belli belirsiz ilerilere doğru uzatarak "orada" diyorum. muhtemelen oralarda bir yerde çünkü öteki taraf salon. dolaptan bir şeyler alırım, televizyonu açarım..koltukta otururken bence öpüşürüz bile. "sorun yooook" diyorum içimden. ancak dolapta da bir şey yok. ilyas salağının dolabı tam takır kuru bakır bile değil, sadece tam takır. böyle konuşmamıştık. "evde her şey var abi direkt gel" demişti. "ne var ulan evde şerefsiz ne var??" diyorum içimden, gözlerimi belerte belerte dolaba. kız tuvaletten çıkıyor, iki tane iğrenç motifli su bardağına hızlı hızlı pompalıdan su dolduruyorum, taşıyor yere silmiyorum, çok kızgınım ilyas olm sana.

    pompalı sularımızı daha romantik bir ortamda yudumlamak için 2-3 tane mum yakıyorum, koltuğa oturuyoruz..televizyonu açıyorum, film olsun ne olur film olsun ve mümkünse biraz sıkıcı bir film. ama bırakın filmi, trt 1 bile çekmiyor. tgrt haber'e razıyım, o da yok. birbirinden garip üç tane kumanda var önümüzde. hangisine hangi sırayla basacağım, ne yapacağım? dalgalı dalgalı gidip gelerek çeken bir kanal buluyorum.."eşeko" adında tuhaf bir dizinin tekrarına denk geliyoruz. benim yaşımda olanlar bilirler..eşeği olan ve onunla garip köylü şivesiyle konuşan bir adamın maceraları. dizinin yarısı "eşekoooooooooğğğğ bugün nasılsın eşegoooooğğğğ???", "bu gız beni sevmiyör eşegooooooğğğğğ" ve "gidelim buralardan eşegoooooooğğğğğğğ" falan diye geçiyor. diğer yarısında da eşeko ona karşılıklar veriyor ve dizi sona eriyor. şimdi size mum ışıkları içindeki ortamımızı hayal edebilmeniz şu linki gönderiyorum, mümkünse çok az da olsa dinleyip öyle devam edin okumaya; http://bit.ly/2ernqmi

    evet önümüzde tek çeken kanal olarak eşeko kanalı..hani kıza ayıp olmasın diye, bi ses, bi şey olsun diye öylesine açık bırakmışım. zaten görüntü baya gittiği için sorun etmiyorum. fakat ingiliz bir kadın yazar sorun etmiş bunu mesela..sessizlikten neden kaçındığımızı, neden ille de bir ses, bir 'şey' aradığımızı sorgulamış ve hatta bunun için 'a book of silence'(sessizliğin kitabı) diye bir kitap bile yazmış. "hep sükûnet ve huzur istediğimizi hayal ederiz ama böyle bir fırsat elimize geçtiğinde de kullanmaya pek yanaşmayız. sessizliği romantikleştiririz fakat öte yandan ondan korkarız da. sessizlik; akıl sağlığımız ve şu hayatta çalışıp çabalayarak kazandığımız ne varsa hepsi için bir tehdit gibi görünür gözümüze" diyor maitland fakat ben o zamanlar muhtemelen kendisine pek hak vermediğimden kapatmıyorum televizyonu, öylesine açık duruyor odanın bir köşesinde.

    kızla bunun hakkında olmasa da çeşitli konularda derin sohbetler etmeye çalışıyorum..bir yandan böyle gözlerim kısık, buğulu buğulu, artist artist cevap veriyor, bir yandan elimde tuttuğum tipsiz bardaktan yudum yudum su içiyorum..bi bok içiyormuşum gibi serçe parmağım havada. işte tam da böyle bir anda “eşekkoooooğğğğ gutınmorgın eşegoooğğğ ai ai” diye bi ses geliyor arkadan. kusura bakmayın ama skerim böyle ortamı arkadaşlar. hemen kalkıp kapatmaya çalışıyorum tv'yi, üflüyorum mumları falan. televizyonu kapatayım derken yanlış kumandadan 5+1 surround'u dayıyorum apartmana, eşeko'nun anırtıları dalga dalga stereo yayılıyor binaya..maitland'i dinlememenin bedelini ağır ödüyorum. kızla aramızdaki tüm çekim yerle bir oluyor. keşke bir imkan olsa da kendisinin o anki surat ifadesine buradan bir link verebilsem, yok böyle bir bakış..kızın gözünde salağın tekiyim artık. allah belanı versin ilyas, allah belanı versin. kardeş kardeş uyuyoruz, sabah olunca çıkıyoruz evden. yalnız ben sonraları ilginç bir şekilde kızın gözüne çok giriyorum. okuldaki herkese "soner çok düzgün çocuk, evine çağırdı beni ama bir kere bile yanlış bir hareketini görmedim" falan demiş. diyemiyorum ki "soner değil, eşek o". olaysız dağılma sebebimiz ben değilim fakat bu anlamsız 'kaliteli efendi'lik tribi senelerce üzerime gereksizce yapışıyor. arkadaşlarım okul asansörlerinde günübirlik ilişkiler yaşarken, ben efendi ve kaliteli olduğum için pastanelerde buluşup, uzun uzun ilişkiler yaşıyorum. "ya bir kahraman olarak ölürsün, ya da kötüye dönüşmeni izleyecek kadar uzun yaşarsın" diyen batman yanılıyor, iyi-efendi-sıkıcı birine dönüşüyorum. ağzıma sçıyor eşeko, gençliğimin en çılgın zamanlarını sırtına yükleyip götürüyor...

  • 44. ab'nin türkiye'yle müzakerelere devam kararı

    sabahı bekleyememişler

    "ab'nin güvenliği, türkiye'nin istikrarına bağlı"

    koca ab'ye bile şantaj yapıyorlar. kurtuluş sende ya rab! ulen, kırk yıllık ateisti bile dize getirdiniz. eferim.

  • 45. 14 kasım 2016 boğaziçi üniversitesi olayları

    öğrencilerin, saraydan gelen atama karşısındaki duruşlarını göstermek için düzenlediği yürüyüş ve basın açıklaması ile başlayan olaylardır.

    sabah okuldaki öğretim görevlilerinin toplantısı sırasında toplanan kalabalık 13:00 itibariyle rektörlüğün önünden güney kapıya kadar yürüdü, bu noktada bir basın açıklaması gerçekleştirildi. bu noktaya kadar hiçbir olay yaşanmamışken kalabalığın güneyden çıkıp kuzeye geçmek istemesiyle bir anda güney kapıya polisler canlı barikat kurdu ve çıkışları kapattı. kimlerin muhattap olduğunu göremedim ancak yaklaşık 15 dakika sonra polisler insanların teker teker çıkışına izin vermeye başladı. tek tek çıkan grup kapının önündeki göbekte toplanmaya başladı. dananın kuyruğu da burada koptu. göbekteki kalabalıkta bir anda kargaşa başladı ve polisler 2 kişiyi yaka paça göz altına aldı. bu sırada yaşanan arbedede öğrencileri tartaklamaya başlayan polis, "anasını siktiğimin orospu çocuğu gel lan buraya" vb. küfürler eşliğinde grubu dağıtmaya çalıştı.

    dağılan grup tekrar kuzeyde buluşacak, orada bulunan arkadaşlar da konuyu güncel tutabilirse güzel olur.

    kayyum rektör istemiyoruz!

  • 46. demokrasi

    8 kasım 2016 abd başkanlık seçimleri vesilesiyle, 21.yy'da demokrasi hakkında biraz atıp tutacağım (yukardaki başlığın şu ve şu entrylerindeki fikirlerin açılımı bu. daha rahat okumak isteyenler için orjinali burada ve medium klonu surada)

    seçim yüzdeleri veya trump’ın karakteri gibi şeyler ilgimi çekmiyor, size başka şeylerden bahsedeyim. mesela jeremy benthamdan…

    bentham bir filozof, faydacılık akımının kurucusu. bir karar verirken, en fazla insana en fazla net yararı gözetmemiz gerektiğini söylüyor. bu hesabı yaparken faydanın başlangıç zamanı, süresi, büyüklüğü, kesinliği gibi kıstasları düşünmek önemli.

    şimdi farzedin amerikan vatandaşısınız, oy kullanacaksınız. ideal olarak benthamcı bir hesapla konuları öncelik sırasına dizer, adayların bu konulardaki vaatlerine bakarsınız. ama bu yetmez, o vaatleri gerçekleştirme ihtimallerini de düşünmek gerek.

    örnek: bence küresel ısınma çok mühim (en fazla insana en fazla etki), hillary’nin de bilimsel konsensüse yakın olması iyi. fakat hillary seçilse bile kongreden bu konuda destek görmesi zor, siyasi kredisini de bu meseleye harcamaz, o yüzden bu konuda pozitif bir katkısı olmayacak. trump ise bir sorun olduğunu bile kabul etmiyor. muhtemelen federal hükümetin yenilenebilir enerji yardımlarını kesecektir, buna da gücü yeter. yani negatif bir katkısı olacak. bunların içler dışlar çarpımını yaptık mı, hillary’e +5 yazıp, sıradaki konuya geçiyoruz.

    peki gerçekte olan ne? kimse “genel net fayda” hesabı yapmıyor, onun yerine kendini düşünüyor. mesela küreselleşme yüzünden işini kaybetmiş birine, serbest ticaretin abd için net fayda getirdiğini anlatmanın manası yok. siz ister miydiniz, ülkenin öbür ucunda iki tane iş yaratılacak diye kendi işinizi kaybetmeyi?

    (belki buna “evet” diyecek idealistler çıkar ama 21. yüzyıl ticaretine daha uygun olan senaryo şu: ülkenin öbür ucundaki zengin bir işveren, outsourcing sayesinde 100 bin dolar daha çok kar edecek ve bir ihtimal parasını isviçreye kaçırmak yerine burada harcayacak, başkaları da bundan nemalanacak diye, siz 50 bin dolarlık işinizi kayetmeyi ister miydiniz? buna kimse evet demez).

    benmerkezcilik, sadece tek bir konudaki tahlili bozmuyor, konular arası öncelik sırasını da bozuyor. mesela başta bahsettiğim küresel ısınma kimsenin önceliği değil. olmayacak da. çünkü insan yapı itibariyle, uzun vadeye yayılmış risk hesabı yapmasını beceremiyor. bunun loss aversion ile alakası var, yani kayıplara, kazançlara olduğumuzdan daha hassas olmamızla. küresel ısınmayla mücadele diye 50 dolar vergi vereceksem, bu vergiyi %100 kayıp olarak görürüm. ama bu vergi sayesinde, belki uzun vadede 50 milyon dolar kazançlı çıkacağım. terazimizde %100 kesinlikteki 50 dolarlık kayıp, %10 kesinlikteki 50 milyon dolarlık kazançtan daha ağır basıyor.

    ***

    ikinci sorun, global çaptaki sorunları halledecek bir oyun teorisi anlayışımız yok. şu senaryoyu düşünün:

    “hadi ben karbon vergisini koydum, atmosfere daha az karbon salıyorum. bunun maliyeti eninde sonunda üreticime yansıyacak. o da global piyasada çinli üreticiyle rekabet halinde. fakat çin’in karbon vergisi koyacağı ne malum? sözde koyar ama uygulamaz, üreticisinin maliyetini düşük tutmaya devam eder. olan benim dış ticaret açığıma olur. hadi diyelim çin dürüst davrandı ama araya hindistan girecek, brezilya girecek. biri mutlaka hile yapacak ve diğerleri de tek enayi olarak kalmamak için kısa sürede hileye dönecekler, tüm sistem çökecek. öyleyse biz baştan girmeyelim bu işe”.

    kimsenin salınımlarını düşürmediği bu son senaryo, olabilecek en kötü sonuç. en iyi sonuç, tabii ki herkesin dürüst davrandığı senaryo. ve birilerinin dürüst davranıp salınımları düşürdüğü, diğerlerinin hile yaptığı senaryo ise ortanca. fakat bizim oyun teorisi anlayışımız, “enayi olmamaya” gereğinden fazla değer atadığından, sistemin denge noktası ortanca senaryo değil en kötü senaryo olacak.

    halbuki asıl enayilik atmosfere alabildiğine karbon salmak. hepimiz aynı gemideyiz, su aldığımız için batıyoruz, ama sen kovayla suyu boşaltmak yerine yan gelip yattığın için, sana kızıp ben de kovayı bir kenara atıyorum, hepimiz mal mal suyu seyretmeye başlıyoruz. eğer karıncalar gibi evrilseydik veya gezegeni aydınlanmış bir despot yönetiyor olsaydı, bu sorunu yaşamazdık (başka sorunlarımız olurdu, mesela bir despot tarafından karınca gibi ezilmek gibi).

    ***

    bunu uzun uzun anlattım, çünkü aynı temel hatalar, her alanda karşımıza çıkıyor. küreselleşmenin kaybedeni olan ama derdini anlatacak birini bulamayan mavi yakalı elemanı tekrar düşünün. trump’ın ona mesajı neydi: “fabrikanı buraya geri getireceğim, senin vergilerini düşüreceğim ve çin ithal mallarına vergi koyacağım, hillary’nin sevdiği o serbest ticaret anlaşmasını da yakacağım” (trans pacific partnership’ten, şu mikkemmel ekonomi sunumun en sonunda bahsetmiştik).

    bir sürü insanın duymak istediği bu. fakat kimse ne bir ticaret savaşından endişeleniyor ne de düşen vergilerin yaratacağı açıktan. rakibimin bugün artan vergisi ve benim bugün düşecek vergim, yarın olacaklardan daha önemli. bu örnek, psikolojik açıdan küresel ısınmadan da daha kötü, çünkü belirsizlik daha bile az. yani belki ticaret savaşı olmaz ama açık %100 artacak, kaçısı yok. ona rağmen yeterince önemsemiyoruz.

    ***

    son kısmı biraz açayım, yani amerikan popülizminin temel direği olan vergi konusunu. türk siyaseti açısından garip gelebilir, kimse vergilerin düşebileceğini hayal edemediğinden. hoş zaten düşse bile dünya kadar dolaylı vergi var, onlara yenilerini eklerler. ama abd’de vergi konusu seçimlerde bol bol konuşulur. bu konuda esneklikleri var çünkü vergileri kıssalar bile, bütçe ne kadar açık verirse versin, federal hükümet ucuza borç bulabiliyor. dolar basma yetkisi olan adama borç para vermez misin?

    bu esneklik tabii sorumsuz politikaları beraberinde getirdi. reagan döneminden beri (m.ö. 200), amerikan sağında şöyle bir dogma var: zenginlere vergi indirimi ekonomiyi canlandırır, çünkü bu insanlar o ekstra parayla daha fazla iş yaratacak akıllı yatırımlar yaparlar (bu dogmanın dile getirilmeyen “corollary”si: fakirler parayı ne yapacaklarını bilmez, çarçur ederler)

    reagan buna “supply-side economics” demişti (önce kaynak artıyor, millet da ona talep buluyor), fakat bugün kimse bu terimi ciddi ciddi kullanmaz, onun yerine, eleştiri mahiyetinde “trickle down economics” denir (yukardan aşağı doğru damla damla akan). bu dogma yüzünden, bush dönemindeki ekonomik durgunluğa ve iki yeni işgalin faturalarına cevap olarak, en zengin kısmın vergileri düşürüldü ve bütçe açığı patladı. obama dönemi hep bunun ve finansal krize cevap olan stimulus paketinin (onun da üçte ikisi vergi indiriminden oluşuyordu) faturalarını ödemekle geçti.

    bu patlak öyle kolay düzeltilemiyor çünkü bütçeyi başkan değil, kongre hazırlar ve daha önemlisi, kongre bu bütçenin %70'ine dokunamaz. bu kısımda kanunen belirlenmiş zorunlu harcamalar var (sosyal güvenlik, eski borçların faizi, vs). her sene kongrenin atadığı ve başkanın onayladığı fonlar, bütçenin sadece %30'u. dokunabildikleri o kısmın da yarısından fazlası (%57) askeriyeye gidiyor. kaldı sana toplam bütçenin %14'lük bir dilimi. tüm bakanlıklar, nasa dahil tüm bilim araştırmaları, fakirlere yemek fişleri, uluslararası yardım, üniversite bursları filan hep bu ufak dilimdeler.

    insanlar bu basit gerçekleri unuttuklarından, trump dahil sağ cenahın ekonomik stratejisi ciddi ciddi şu:

    “askeri harcamaları arttıracağım ve eşi benzeri görülmemiş bir vergi indirimi yapacağım. bunun sonunda öyle bir ekonomik gelişim olacak ki, yeni gelen vergiler sayesinde hem bu yeni yarattığımız açığı, hem de obama-bush dönemlerinde devam eden eski açığı kapatacağız”.

    bunun ne kadar fantezi olduğunu anlamak için ekonomi profesörü olmaya gerek yok. en iyi şartlarda bile, abd gibi olgun ekonomiler hızlı büyüyemezler. zaten sivil hükümet harcamalarını bir noktanın altına çektiğin zaman, büyümeye non-lineer bir şekilde ket vurmaya başlıyorsun. tüm bağımsız analizler, açığın iyice patlayacağını gösteriyor. daha da kötüsü, bu kesintiler adil değil, uzun vadede zengin-fakir ayrımını arttıracaklar.

    hah, şimdi buradan dönelim konumuza: ister mavi yakalı olsun, ister beyaz yakalı, insanlar bu uzun vade etkileri tamamen es geçmeye meyilliler. bentham’ın yaptığı gibi bir “genel” fayda analizinden de bahsetmiyorum, insanlar hem genele hem de kendi sınıf çıkarlarına da aykırı hareket ediyorlar.

    marx şu tabloyu görse ne düşünürdü merak ediyorum:
    -ülkenin beşte birinin net birikimi negatif,
    -üretkenlik artmasına rağmen orta sınıfın reel geliri 1970'lerden beri sabit,
    -en tepedeki %1 ise her şeyin %40'ına sahip,
    -2009 krizi sonrası toparlanan ekonominin getirilerinin %95'i bu %1'e gitmiş,
    -bütçe açığı rekor seviyede,

    ve bu haldeyken, tek bir kanıt sunmaya teşebbüs etmeden, “dostum sorunumuz ne biliyor musun, zenginler yeterince zengin değil, onların vergilerini azaltırsak ekonomi herkes için çok iyi olacak” diyen babadan zengin bir dolar milyarderi seçim kazanıyor.

    ***

    asıl derdim trump’a giydirmek veya abd için en doğru politikaları bulmak değil. nihayetinde onların hükümetinde uzman olarak çalışmıyoruz (benim bordro mossad’da). asıl derdim, akılcılığın tamamen dışlanması. insan zaten yapı itibariyle irrasyonel, bunun üstüne sürecin kendisi de kimseyi en ufak bir getiri götürü hesabına zorlamıyor.

    bakın, adaylar 1.5 sene boyunca her gün tv’deydiler ve tüm yaygaranın neredeyse hepsi, trump’ın hakaretlerine, taciz iddialarına, clinton’ın emaillerine ve vakıf hesaplarına ayrılmıştı. bunlar önemsiz şeyler değiller ama 18 trilyon dolarlık bir ekonominin temel stratejileri kadar, yahut dünyanın en çok makale yayınlanan ülkesindeki bilimsel araştırmalara yapılan federal yardımın kesilmesi kadar, yahut kendisinden sonraki 10 askeriye kadar para harcayan bir askeri devin bütçesinin daha da arttırılması kadar önemli değiller. dünyanın en büyük iki karbon üreticisi ülkenin, zar zor bir araya gelip yaptığı paris antlaşmasından çekilmek kadar önemli değiller. onların yüzde biri kadar bile etkileri olmayan bu konulara yüz kat fazla medya vaktinin ayrılmasını bir sorun olarak bile görmüyor insanlar.

    (bu yüzden “korkma, vaatlerin çoğundan geri döner, obama döneminde ne değişti ki” gibi avunmalar, konuyu ıskalıyorlar. ayrıca bu tespiti de yanlış buluyorum. elbette vaatler, sonradan dönülmek için verilirler ve trump’ın kendisi de cem uzan benzeri ideolojisiz biri. ama kıyası doğru yapmak lazım: obama döneminde başkanlık demokratlarda, senato ve yüksek yargı ortada, alt meclis de cumhuriyetçilerde olduğundan pek bir değişim olmadı. trump döneminde ise hepsi cumhuriyetçilerde olacak. vaatlerin bir kısmı da öyle “herkese iki anahtar” ayarında, kimsenin hesabını sormayacağı şeyler değil, arkasında büyük lobiler ve ideolojik olarak buna inanmış gruplar var, takip edeni olacaktır)

    düzgün bir sistemde, adaylar önemli konulardaki planlarını daha önseçim safhasında netleştirirlerdi. oysa mevcut durumda bu bir stratejik hata olarak görülüyor. yanlış argümanlarla bile değil, hiç bir argüman üretmeden ve dolayısıyla hiç kanıt göstermeden, 1.5 senelik bir süreci ve sayısız naklen münazarayı tamamlayabiliyorlar. tekrar edeyim: yanlış bile değiller. tüm sistem, hissiyat yaratma üstüne kurulu.

    ***

    seçimin bence kazananlarından olan “big data scientist”lerin (anket yapan değil de anketleri analiz edip tahmin modelleri oluşturan) en ünlüsü nate silver’ın güzel bir yazısı vardı. eğer seçmenin sadece %1'i trump yerine hillary’e oy verseydi (anketlerin hata payının içinde bir değişim), bugün abd halkına dair seçim yorumları bambaşka olacaktı. yani medyanın büyütecinden ve borazanından geçerek katbekat dramatikleşen yorumlar, ülkeyi gerçekte olduğundan büyük bir değişim geçiriyormuş gibi gösteriyor.

    dolayısıyla, şikayet ettiğim şeyler obama döneminde de vardı, trump’tan sonra da olacak. bir kere temelimiz değişmiyor. yani milyonlarca yıllık psikolojik mirasımız, hatalara meyilli. bunun üstüne modern hayatın getirdikleri, bu handikaplarımızı derinleştirecek nitelikteler. bu etkiyi katman katman düşünmekte fayda var:

    medya çok sansasyonel” diyoruz mesela. peki tüm medya patronlarını sihirli bir düğmeye basıp kovsak, yerine idealist gençleri yerleştirsek, 5 sene içinde hangi noktada olacağız? temelde devlet yardımına değil de bağışlara ve reklam gelirine bağlı bir medya sektörü varsa, asıl amaç hep daha çok rating olacak. bunun da en etkin yolu psikolojik handikaplarımızı istismar etmek. zamanla gerçekler yerine gerçek olmasını istediklerimiz üstünden yayın yapacak, argümanlara odaklanmak yerine hissiyat yaratmaya odaklanacaklar. bunu bir medya şirketi yapmazsa, diğeri yapacak, sonunda tüm sistem bozulacak (baştaki oyun teorisi muhabbeti).

    şimdi bunu, katıksız bir ifade özgürlüğüyle birleştirin. yani istediğim yalanı uydurabilirim ve çok nadir durumlar dışında hiç bir hukuki bedel ödemem. daha sonra bu katmanın üstüne, ınternet’i ve özellikle dinamik sosyal medya algoritmalarını getirin (beğendiğim haberleri seçtikçe, google veya facebook bana o tip haberleri gösteriyor, farkında olmadan kendimi bir alternatif gerçekliğe hapsetmiş oluyorum).

    yetmez ama evet, devam ediyoruz: bunun üstüne citizens united gibi bir mahkeme kararı getirin. yani seçim kampanyalarına sınırsız bağış yapmak ve anonim kalmak mümkün. mevcut sisteme giren parayı bu şekilde arttırmak, yalpalayarak giden bir motorsikletin önüne bolca yağ döküp gaza basmak gibi. (“aslında gaza basınca ileri yöndeki momentum arttığından, motora etki eden yan güçler azala”…dan!…evet, nerde kalmıştık?).

    tüm bunların karşısında tek denge unsuru olan bilimsel/kritik düşünce, zaten insana doğal gelen bir şey değil, üstüne okullarda bile okutulmuyor. gönüllü öğrenirseniz öğrenirsiniz. yani evrimsel handikaplarımızla doğal bir ittifak kuran modern etkilere karşı kritik düşünceyle savaşmaya çalışmak, 1 milyon persli savaşçıyı 300 kişiyle durdurmaya çalışmaya benziyor (“ama o 300 kişi hakkaten 1 milyonu durdurdu thermopy”…dan!)

    biz, sürekli ilerlemeyi garanti sanıyoruz, teknolojik ilerlemeyi sosyal ilerlemeyle sık sık karıştırdığımız için. ama ilerlemek bir doğa kanunu değil. insanlık geriye de gidebilir. biz şu anda bırak cehaleti azaltmayı, onunla açık açık övünme safhasındayız. “valla onu bunu bilmem, beni ilgilendiren tek şey…” safhasındayız. en basit bilimsel düşünce girişimini bile elitizm ile eş tutma safhasındayız.

    ***

    “everyone is entitled to his own opinion, but not his own facts”?—?moynihan

    (“herkesin kendi fikirlerine hakkı vardır, herkesin bir popisi vardır, ama herkesin kendi gerçeklerine sahip olma hakkı yoktur”)

    kötümserim çünkü daha şimdiden içimizdeki neandertal’in üstüne geçirdiğimiz aydınlanma kıyafeti bol geliyor. hem de ironik olarak, o aydınlanmanın getirdiği teknolojiler yardımıyla: 5–10 sene içinde, ileri yapay zekanın bizim için özel seçtiği -hatta belki bize özel yazdığı- haberlerin vr lenslerimize 7/24 ulaştığı bir dünya’da, herkes kendi ufak evreni içine hapsolacak…bir zamanlar insanların ortak bir gerçeklik paydasında buluşmak için, en azından göstermelik de olsa çaba harcadıklarını hayal meyal hatırlayarak. ve bu rejime hala demokrasi diyecekler.

  • 47. diriliş ertuğrul

    halkın oy vererek kendilerine layık gördüğü bir ödülü yere atıp, ayakkabıları ile yanyana fotografını çekip sosyal medyada sergileyen kalitesiz bir ekibe sahip icraat.

    (bkz: ne oldum delisi)

  • 48. southampton fc

    1885 yılında southampton kentinde kurulan, iç saha maçlarını 2001 yılından beridir 32,500 kişilik the st mary's stadyumunda oynayan ingiliz futbol kulübü.

    ---------------------------------------southampton fc tarihi----------------------------------------------------

    kulüp 'st. mary's church of england young men's association' (st. mary's y.m.a) (st marie kilise derneği) adıyla kilise futbol takımı olarak 1885 yılında kurulmuştur. bu yüzden de lakapları the saints yani 'azizler'dir.

    ayrıca kulüp yıllar içinde köçek gibi habire isim değiştirmiş, sevenlerini 'biz hangi takımı tutuyorduk amk?' paranoyalarına sokmuştur. st. mary's y.m.a (1), st. mary's f.c (2), southampton st. mary's (3) derken, kulübün 1896–97'de limited şirketi olmasıyla beraber, taşlar yerine oturmuştur. takım 4. ve son olarak isim değiştirip, southampton fc adını almış; yıllardır kafaları karışan taraftarlar ise derin bir oh çekmiştir.

    southampton fc, 1 bucuk milyon populasyonlu güney ingiltere (hampshire bölgesi) liman şehri southampton kentinin takımıdır. ezeli rakibi ise, 20km ötesindeki başka bir liman şehrinin* takımı portsmouth fc'dir. zaten bu iki şehir denizcilik geçmişleri yüzünden ortaçağdan beridir çekişme içindeymiş. vay canına, tamı tamı tamına 900 senedir kapışan iki kentten bahsediyoruz. adeta 'ezeli dostluk, ebedi rekabet'* var aralarında*. aralarında oynadıkları maçlara ise 'güney sahil* derbisi' (south coast derby) adını vermişler.

    131 yıllık tarihe sahip olmalarına rağmen, 1976 yılında elde ettikleri tek bir fa kupası dışında, müzelerinde hiç bir nane bulunmuyor. 40 yıllık, premier lig eksperiyim, bu denli kupasız bir ingiliz takımı görmedim a dostlar*. yıllarca çok şükür yarabbi deyip, öylece takılmış bu mü'min kilse çocukları. en üst ligde de 1983–84 sezonunda ettikleri dualar sayesinde es kaza bir 2.lik elde etmişler; o kadar.

    ----------------------------------southampton fc yakın tarihi---------------------------------------------------

    kulüp 2005-2006 sezonunda feci bir finansal krize girdi. yıllar içinde gelip giden yönetimler maddi konuları bir türlü çözemeyip, kulübün eriyip gidişine engel olamadılar. hatta kulüp 2009/10 yılında son 50 yılda ilk defa ingiltere 3.lig seviyesine düşüp, division one'ı boyladı.

    2009/10 sezonunda ise almanya asıllı isviçreli iş güç adamı markus liebherr 'bir takım böyle yönetilmez ulen!' diye alman disipliniyle yumruğunu masaya vurup, takımı satın aldı.

    finansal destekle, kulübün iyi yönetilmeye başlama realitesi birleşince, takım 4 yılda 2 seviye atladı ve 2012/13 yılında tekrar dünyanın en iyi ligine yükseldi. yıllar içinde ise altyapılarından çıkardığı gencolar ve makul fiyatlara takıma kattıkları tanınmamış oyuncular sayesinde harika bir takım kurdular. premier lige tekrar yükselmelerinin 2.yılında (2013/14) beklenmedik bir şekilde 8. olup, premier lig* tarihlerindeki en yüksek dereceyi elde ettiler.

    bu dikkat çekici başarı bit tabii ki akbaba 6 büyüklerin dikkatinden kaçmadı ve takımı sezon sonunda bir güzel yağmaladılar. veteran rickie lambert (5m €), dejan lovren (20,3m €), adam lallana (31m €) liverpool fc'ye, genco calum chambers (20,2m €) arsenal fc'ye, bir diğer wonderkid luke shaw (37,5m €) ise manchester united'a transfer oldu.

    normal şartlarda ilk 11'inden en iyi 5 oyuncusu sökülen bir takımın çökmesi lazımdı; ben de herkes gibi öyle olacağını düşünmüştüm. lakin southampton fc yönetiminin inanılmaz işbilirliği sayesinde oyuncuların yerlerini teker teker doldurup; takımı daha ileri bir seviyeye dahi atlatmayı başardılar.

    -----giden--------------2014/2015---------------gelen---------------

    dl---luke shaw (37,5m €)-----------*ryan bertrand (chelsea - 13,3m €)

    dc---dejan lovren (20,3m €)---------toby alderweireld (a madrid -k-)

    amlc-adam lallana (31m €) `-------sadio mané (rb salzburg - 15m €)

    st---rickie lambert (5m €)------------graziano pellè (feyenoord - 11m €)

    dc yedeği-calum chambers (20m €)-----------------------------------

    amr-------------------------------------dusan tadic (fc twente - 14m €)

    gk---------------------------------------fraser forster (celtic - 12,5m €)

    st----------------------------------------shane long (hull city - 15m €) (bir tek bu gereksiz gibiydi)

    velhasıl anlayacağınız totalde 124m €'yu* kasaya koyup, 88m € harcayarak, eskisinden daha da iyi bir takım kurdular. bu sayede kulüp rekorlarını bir adım daha ilerletip, 2014/15 sezonunu 7. bitirdiler.

    2015/16 sezonunda yağma devam etti;

    --------------giden-------------2015/16-------------------gelen------------------

    dmc--morgan schneiderlin*--(man utd - 35m €)---oriol romeu *(chelsea - 7m €)

    dr--nathaniel clyne (liverpool - 17,7m €)-----------cédric soares (s lisbon - 5,5m €)***

    dc------------------------------------------------------virgil van dijk (celtic - 15,7m €)

    mc-----------------------------------------------------jordy clasie(feyenoord - 12m €)*

    st------------------------------------------------------charlie austin (qpr - 5,2m €)

    yağma devam etti etmesine ama gelen takviyeler sayesinde takım daha da bir şahlandı. lig rekorunu daha da ilerletip, dünyanın en iyi liginde takım 6.lığa ulaştı.

    lakin terbiyesiz 6 büyükler şerefsizliğin dozunu iyice arttırıp, 2016/17 sezonu başında takımın tartışmasız en büyük iki süperstarı sadio mane ve victor wanyama'yı kadrolarına katınca, takım mortal kombat karakteri kano tarafından kalbi sökülmüş johnny cage'e döndü. hadi sadio mane'den yine belirli bir maddi gelir elde edebildiler*. ama gelecek sene kontratının biteceği kozunu kullanıp, victor wanyama gibi bir süperstarı 14,4m € gibi bir ossuruk fiyatına tottenham'a vermek zorunda kalmaları çok çok acı oldu. yerlerine alınan 2 oyuncuda birbirinden değerli ve ilerde çok can yakacak isimler olsa da, giden hiperstarların yerlerini doldurmaları mümkün değil. başka bir açıdan bakınca, takımın kısa zaman diliminde çok büyük kan kaybettiği aşikar; benim aşka inancım kalmadı a dostlar. bu sene (2016/17) ilk 7 hayal gibi gözüküyor.

    --------------giden-------------2016/17-----------------------gelen--------------------------

    aml--sadio mané (liverpool - 41,2m €)-----------amr--nathan redmond (norwich - 13,5m €)

    dmc--victor wanyama (tottenham - 14,4m €)----mc--pierre-emile höjbjerg (b munich - 15m €)

    st----graziano pellè (s luneng - 15,2m €)----------------------------------------------------------------

    amc-------------------------------------------------------sofiane boufal (lille - 18,7m €)**

    -------------------------------------2016/17 southampton fc taktik--------------------------------------------

    önceki yıllarda teknik* adam ronald koeman takımı modern çağın alışılageldik taktiği 2 dmc, 1 amc, 2 kanat ve tek forvetli 4-2-3-1 dizilimiyle oynatıyordu.

    southampton fc'nin yeni teknik direktörü claude puel ise geçen sene nice'de oynatıp başarılı olduğu kanatsız 4-1-2-1-2 (1 dmc - 2 mc - 1 amc - 2 fc) taktiğini bu sene (2016/17 11. hafta itibariyle) yeni takımına uyguladı.

    kanatsız bol pasa dayalı, benim aklımın southampton fc için pek de fazla yatmadığı bir sistem bu. çünkü fransız teknik adamın elinde hali hazırda dusan tadic ve nathan redmond gibi iki şahane kanat oyuncusu var. bu adamlar bu sene (2016/17) takımın yıldızı konumundalar fakat ikisi de alışkın olmadığı pozisyonlarda* kullanılıp, daha düşük verimle oynuyorlar.

    ilerleyen günlerde sofiane boufal'ın iyileşmesiyle taktik olarak değişikliğe gider mi bilmiyorum ama nacizane yorumuma göre kanat oyuncularını kullansalar takım daha etkili bir oyun ortaya koyabilirler.

    ------------------------------------2016/17 kadro ve oyuncu kullanımı---------------------------------------

    kale fraser forster sayesinde emin ellerde.

    sol bekte ryan bertrand şahane performansına kaldığı yerden devam ediyor. bu adamı da büyük ihtimalle yakında yağmalarlar. genco matthew targett ise yedeği olarak gayet yeterli bir oyuncu. yerine de aha bu ergen geçer.

    defans göbeğinde kaptan jose fonte'nin bu sene ki (2016/17) partneri de geçen sene (2015/16) olduğu gibi virgil van dijk; yedekleri ise yine japon maya yoshida. bu sene de geçerli bir performans ortaya koyup, uyum içinde oynuyorlar. lakin portekizli kaptan'ın yaşının geçkinliği hesaba katılırsa, southampton fc'nin ilerleyen yıllarda onun yerine sağlam bir stoper monte etmesi gerekliliği de gün gibi aşikar.

    sağ bek bir diğer portekizli cedric soares'le güvende. yedekliğini ise cuco martina vitaminsizi yapıyor.

    southampton fc'nin yeni teknik direktörü claude puel'in 4-1-2-1-2'sinde (1 dmc - 2 mc - 1 amc - 2 fc) bu sene (2016/17) 4'lü merkez ortasahada oriol romeu (dmc*), steven davis (mlc* veya mrc*) ve dusan tadic (amc*) bir sakatlık olmadığı sürece düzenli olarak ilk 11'de forma giyiyor. merkezde geri kalan tek kişilik pozisyonda ise pierre emile hojbjerg ve hayal kırıklığı jordy clasie rotasyonda oynuyor.

    oriol romeu defansif orta sahada* gayet geçerli bir performans gösterse de, süperstar victor wanyama'nın yerini nah dolduruyor.

    sofiane boufal ise sene başında dizinden geçirdiği sakatlık yüzünden ilk 11 haftayı kaçırdı sayılır. geçen sene lille fc orta sahasına ofansif anlamda çok şey katmıştı. iyileşip eski haline dönebilecek mi bilinmez. ama kendini tekrardan bulursa, bana büyük ihtimalle ilk 11'den steven davis'i keser gibime geliyor. merkez orta saha james ward-prowse gencosu ise teknik direktörü claude puel'in gözüne (2016/17 11. haftaya kadar) hiç girmeyi başaramayıp, silinip gitti.

    ofansif merkez orta sahada* ana mevkisi olmamasına rağmen, fiks kanat insanı dusan tadic oynuyor. mevkiye yabancı olduğundan da şimdilik bocalıyor açıkçası. (2016/17 11.hafta itibariyle) eski fantastik halini mumla arattı. belki sofiane boufal iyileşir de ritmini tutturursa bu bölgede rotasyona geçebilir, bilemedim zamanla göreceğiz.

    çift forvet oynayan takımda ileride bitirici forvet olarak charlie austin, ikincil forvet olarak ise yeni transfer yetenekli genco nathan redmond fiks oynuyor. nathan redmond'ın da normalde sağ kanat oyuncusu olup, hayatında ilk defa ikincil forvet pozisyonunda oynatıldığını belirtmek isterim. o da doğal olarak bocalıyor lakin kendisi oldukça güvendiğim bir isim. bir şekilde uyum sağlayacağını düşünüyorum. forvette bu ikilinin yedeği ise olması gerektiği gibi shane long. irlandalı adeta başarılı bir yedek oyuncu olmak için doğmuş*. 4. opsiyon olarak ise sakatlıkların harap ettiği helak forvet jay rodriguez bulunuyor.

    ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    daha da derine inip, 2016/17 sezonunda kadroda kullanılan oyuncuları incelemek isterseniz, alttaki el emeği göz nuru entry'lerime de göz atmanızı tavsiye ederim. zaten bu entry'yi buraya kadar okumayı başardıysanız, sizde bu oyunu ve bu oyunu en iyi oynayanların ligini benim gibi çok seviyorsunuz demektir; iyi eğlenceler dilerim)

    -----------------2016/17 southampton fc kadrosu'nda kullanılan oyuncular------------------------

    gk

    (bkz: fraser forster/@ceyar i kim vurdu)

    dl

    (bkz: ryan bertrand/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: matthew targett/@ceyar i kim vurdu) -yedek-

    dc

    (bkz: jose fonte/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: virgil van dijk/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: maya yoshida/@ceyar i kim vurdu) -yedek-

    dr

    (bkz: cedric soares/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: cuco martina/@ceyar i kim vurdu) -yedek-

    dmc

    (bkz: oriol romeu/@ceyar i kim vurdu)

    mc

    (bkz: steven davis/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: jordy clasie/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: pierre emile hojbjerg/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: james ward-prowse/@ceyar i kim vurdu)

    amc

    (bkz: dusan tadic/@ceyar i kim vurdu) (ana mevkisi sol kanat* bu sene ilk defa amc oynuyor)

    (bkz: sofiane boufal/@ceyar i kim vurdu) (ilk 11 hafta sakattı)(+) iyileşince en kötü ihtimal rotasyona girer

    st

    (bkz: charlie austin/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: nathan redmond/@ceyar i kim vurdu) (ana mevkisi sağ kanat, bu sene ilk defa ikincil forvet* oynuyor)

    (bkz: shane long/@ceyar i kim vurdu) -yedek-

    (bkz: jay rodriguez/@ceyar i kim vurdu) -yedek (4. opsiyon)-

    ayrıca son üç yılda (2014/15 - 2015/16 - 2016/17) southampton fc'nin elinde tutamadığı yıldızlara bir göz atmak isterseniz, buyrun a dostlar; bunlar da el emeği göz nuru:

    calum chambers-----2014/15--arsenal----20,2m €---(bkz: calum chambers/@ceyar i kim vurdu)
    dejan lovren---------2014/15--liverpool---20,3m €---(bkz: dejan lovren/@ceyar i kim vurdu)
    adam lallana---------2014/15--liverpool---31m €-----(bkz: adam lallana/@ceyar i kim vurdu)
    luke shaw------------2014/15--man utd---37,5m €---(bkz: luke shaw/@ceyar i kim vurdu)
    rickie lambert--------2014/15--liverpool---5m €------(bkz: rickie lambert/@ceyar i kim vurdu)
    nathaniel clyne-------2015/16--liverpool---17,7 €*---(bkz: nathaniel clyne/@ceyar i kim vurdu)
    morgan schneiderlin-2015/16--man utd---35 €------(bkz: morgan schneiderlin/@ceyar i kim vurdu)
    victor wanyama------2016/17--tottenham-14,4 €**---(bkz: victor wanyama/@ceyar i kim vurdu)
    sadio mane-----------2016/17--liverpool---41,2 €----(bkz: sadio mane/@ceyar i kim vurdu)

    ---------------bonus-----------------

    diğer premier lig takımları ve oyuncuları hakkında daha detaylı ve net bilgiye ulaşmak isterseniz, el emeği göz nuru şu entry'lerimi kurcalayabilirsiniz a dostlar:

    (bkz: liverpool fc/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: arsenal/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: west ham united/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: leicester city/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: afc bournemouth/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: crystal palace/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: stoke city/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: sunderland afc/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: swansea city/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: watford fc/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: west bromwich albion/@ceyar i kim vurdu)

    -yazıldığı tarihten sonra küme düşenler-

    (bkz: aston villa/@ceyar i kim vurdu)

    (bkz: norwich city/@ceyar i kim vurdu)

    ---------------bonus-----------------

    son söz: bu entry'yi, 'cahil @1, nefret kusan @2' safsatalarından bıkmış, ekşisözlük'ü hala kutsal bilgi kaynağı olarak kullanan insanlara adıyor, içeriğine ilgi duyan 'premier lig sevdalıları'na ise selam ediyorum.

  • 49. sözlük yazarlarının şiirleri

    göğe koşan atlar nerededir, var mıdır
    o yol yürüdükçe çiçeklenen
    ki her adımda rengarenk aydınlanır
    ilişilir mi şu deniz kızına onu üzmeden ?

    soluyabilir mi insan doğadaki mutluluğu, mümkün müdür
    sevdikçe sevilebilmek ?
    bilebilir miyim geriye kalan hangi düştür
    hayal ile yer değiştirdiğinde gerçek ?

    ''kim bilebilir ne zaman tomurcuklanır kader ?
    herkes için farklıdır zamanı sevinin
    korkma, dağılır bu keder
    fırtınaların ardındadır güzelini taşıyan gemin''

    tanıyorum gemideki güzeli
    o güldüğünde, bembeyaz köpürüyor yine bedeni
    gözlerinde biçimleniyor en güzel hayalim;
    eğer bilseydim seni sonsuzluğa götürebilmeyi
    ölene değin izlerdim
    geniş alnında oynaşan perileri

  • 50. yazarların bugünkü yemek sofrası fotoğrafları